absürt kategorisine ait yazılar
"Seni Çöpe Atacağım Poşete Yazık" Desem Poşet Hala 25 Kuruş
"Seni Çöpe Atacağım Poşete Yazık" Desem Poşet Hala 25 Kuruş
absurt | 4 months ago | 143 | Meltem

Türkiye'de poşetin ücretlendirilmesi tramvasını atlatamadık, farkında mısınız?

Şimdi bu tramvaya acaba poşetin ücreti arttı mı, artacak mı meselesi de eklendi.

Derinliksiz gibi görünse de aslında idrak edilmesi gereken bir takım çıkarımlar söz konusudur. 

Meseleye iki yönlü bakmak lazım. Poşet ücretli olmalı mı yoksa olmamalı?

Poşetin ücretli olması gerektiğini savunan kesimin tek haklı gerekçesi gibi görünen plastiğin geri dönüşümünün zor olması, olabildiğince az plastik kullanımının sağlanmasıdır. Genelde kurumların ifade ettiği bu, tabi elde ettikleri gelirden pay alma durumları da cazip geliyordur, hatta en çok buna seviniliyordur. Yani bir de sadece poşet mi plastik? Haklı tarafına bakalım; bizim halkımız bedava olana her zaman taliptir. Poşetlerin ücretli olmasından bu yana kabul edelim insanlar zamanında iki üç poşete sığdırdıkları ürünleri şimdi tek poşete yerleştirebiliyor. Demek ki fizik bizi yanıltmıyormuş. Tabi bu durumda fiziğin şartlarını zorlayanlar da olmuyor değil…

Burada şu konuya da değinilmelidir: Zamanında ücreti olmayan bir şeyin daha sonradan ücretlendirilmesi  de etkili olmaktadır. Zor bir kabulleniş bizim için, kabul edelim. Şöyle ki gurbetçiler ücretli poşet durumuna yeterince aşinadır, sonuçta bu uygulama yurtdışında zaten vardı. Ama Türkiye'ye geldiklerinde onlar da ister istemez yadırgadılar durumu. Ülkemiz bize poşeti ücretli vermez diye düşünüyorlardı galiba.

Gelelim poşet ücretli olmamalı düşüncesinin savunmasına… Birincisi alınan vergi, ikincisi markaların bedava reklamını yapma düşüncesidir. Öncelikle evet kurumlar bu poşet mevzudundan para kazanıyor bu aşikar, ama çoğunluğu devlete gidiyor. Devlet sanırım bu geliri plastik geri dönüşümü için yapılan projelerde kullanıyodur, doğal olarak temennimiz bu yöndedir. Peki sen yıllardır ücretsiz aldığın poşetlerle zaten reklam yapmıyor muydun? Reklamsa o da reklam… Zaten sadece poşetle reklam yapılacak olsa insanlar tanıtımlara, TV reklamlarına, broşürlere, kampanyalara gerek duymazdı. Poşetten reklam yapmak devede kulak etkisidir. Hadi sen reklam yaptın diyelim. Sen durup dururken havadan, faydalanmadığın bir şey için mi reklam yapıyorsun. Karşılığında hizmet almışsın, ihtiyacını giderecek ürüne ulaşmışsın. Ve o ürün senin yakınına kadar gelebilmiş. Oralarda ne kadar emek olduğunu görmüyorsun. Ama parasını veriyorsun di mi? Haklısın, senin verdiğin o kadarcık para karşılıyor tüm emeği… Evet, sayın okuyucular emek en ucuz yemek, afiyet olsun…

Aslında bu duruma fırsat vermemek başlangıçta alınması gereken bir önlemdi; poşetler markasız basılacak. Zaten aldığı ürünü beğenen, fiyatını uygun bulan kişi çevresine bunu gayri ihtiyari yayıyor. Bu da toplumun gerçeği… Bu söylemler insanın kendini haklı çıkartma çabası. Ama yanılgı şurada tepki verdiğiniz güruh konunun muhatabı değil. Keşke muhataplara bu tepkinin binde biri gösterilse de çözüm üretilse…

Aslında temel mesele insanların parasının nereye gittiği gibi görünüyor. Çünkü bu poşet konusunda poşet üretim fabrikalarının kimin olduğu, kime kazanç sağlanıldığı ile ilgili çeşitli söylemler mevcut ve insanlar haliyle hoşlanmıyor bu durumdan. İnsanlar parasının nereye gittiğini bilmek istiyor. Fakat aldığın poşet senin ihtiyacını görüyor mu görüyor, diğer ürünler görüyor mu görüyor… Dolayısıyla kapı hep aynı yere açılıyor. Keşke bu sorgulamayı sadece poşet için değil genel olarak herşey için yapsak, o zaman peşine düştüğümüz şey daha anlamlı olur. 

Gelgelelim şimdi bu enflasyon davasında poşetin ücret meselesine. Beklenen, beklenmeyen bu zam furyasından bir poşet nasibini alamadı. Ve tabiki bu da insanımıza dert oldu. Aslında böyle demeyelim, insanımızı şaşırttı. Yılbaşına kadar bir bekledik acaba zam gelir mi, gelecek mi, gelmiş ne kadar oldu? Hatta bir ara sosyal medyada 38,5 kuruş olacak dendi. Bir an yarım kuruş mu basmaya başladık, diye sorguladık vs. vs. Nihayetinde hala 0.25 kuruş ücretle poşet ticaret dünyasındaki aktif konumunu korumaktadır, arz ola…

 

...
İyi Bir Diksiyon İçin Ne Yapılmalı?
İyi Bir Diksiyon İçin Ne Yapılmalı?
absurt | 1 year ago | 340 | Sümeyra

Öncelikle diksiyon, güzel ve etkili konuşmak, kelimeleri en doğru şekilde okumak, dili ve sesi en etkili biçimde kullanmaktır. Diksiyon, dili tanımayı ve konuşma esnasında sesin yapısına uygun konuşmak gerektiğini ilke edinir. Maalesef toplumumuzda diksiyon konusunda çok problem yaşayan vardır. Bunun en büyük sebeplerinden birisi kitap okuma aktır. Yöresel ağız ile konuşmaya alışmak ve zamanla bunun dilimizde kalıcı hale gelmesi de bunun sebeplerinden biridir. 

İnsanlar daha iyi bir diksiyona sahip olabilmek için çeşitli etkinlikler ve kurslara katılmaktadır. Belki de tonlarca para ödeyip diksiyon dersleri almaktadırlar. Çoğu kişi tercih etse bile bu kadarına aslında agerek yoktur. İnsan kendi diksiyonunu elbette kendisi iyileştirebilir. Bunun için bilinmesi gereken bazı şeyler ve izlenmesi gereken yollar vardır. Bunların en başında dilini ve kendini tanımak gelir. Kişi dilini tanımadan diksiyonunu iyileştiremez. Yanlışlarının ne olduğunu iyi bir analiz etmelidir, neyi düzeltmesi gerektiğini bilmelidir. Bunun haricinde nefes egzersizleri, çene egzersizleri, dil ve dudak egzersizleri yapılmalıdır. Dudak tembelliği olan kişilerde bu tembelliğin tamamen ortadan kalkması gerekmektedir. Bunun için diksiyon kalemi kullanılabilir. Kalemi ağıza yatay şekilde yerleştirip  sık sık okuma yapılmalıdır. Belli bir süre sonra dudak tembelliğinin ortadan kalktığı görülecektir. Bol bol tekerleme ve kitap okunmalıdır. Tekerleme okumak başlarda çok zorlayacak ama okudukça diksiyonun düzeldiği görülecektir. Sesli kitap okumak da diksiyona fayda sağlamaktadır. Hatta uzmanlar ağıza sakız alınıp, sakız çiğnerken sesli bir şekilde kitap okumanın diksiyona ok büyük oranda katkısı olduğunu söylemektedir. Kitap okumak, kelime dağarcığını genişlettiği için akıcı konuşmaya da yardımcı olur. 

Diksiyon için kitaplar ve internet sitelerinde çalışmalar mevcuttur. Kursa gitmeye fırsatı olmayan insanlar için ideal bir çalışma yöntemidir. Ancak alınan eğitim şekli nasıl olursa olsun istikrarlı olmak her zaman sonuç verecektir. 

...
Şairlerin ve Yazarların Sığınağı: Fildişi Kule
Şairlerin ve Yazarların Sığınağı: Fildişi Kule
absurt | 1 year ago | 205 | Sümeyra

Türk edebiyatı şairleri ve yazarları yaşadıkları dönemlerde meydana gelen olumlu veya  olumsuz olaylardan bir hayli etkilenmişlerdir. Bilindiği üzre şairler, normal insanlardan daha hassas ve daha kırılgandır. Savaş, yokluk, baskıcı yönetim gibi olaylar onları her zaman daha çok etkilemiştir. Onların etkilenmesi demek ise herkesin etkilenmesi demektir. Çünkü şairler ve yazarların etkilendiği her şey kalemlerine yansımıştır. Şair ve yazar, bir nevi halkın sesidir demek yanlış olmaz. Hiçbir yazar ve şair kendisini halktan soyutlayamaz. Halkının sorunlarını, sevinçlerini, hüzünlerini dile getirmek zorundadır. Dile getirmese bile kendini onlardan soyutlamadan eserlerini oluşturması gerekir. Gerekir ki, ortaya konulan eserler halkın acısı ile sevinci ile yoğrulsun. Eğer yazar ve şair kendini toplumdan soyutlarsa bu duruma, Fildişi Kule'ye çekilmek denir. 

Fildişi Kule denilen şey aslında bir şatodur.  19. yüzyılda  Fransız şair Alfred de Vigny, kendisini her şeyden kopararak ve soyutlayarak yaşadığı beyaz şatoya kapatmıştır. Bu kapanışı esnasında kimseyle görüşmemiştir. Alfred de Vigny' nin yaptığı bu hareket zamanla kalıplaşmış bir deyim halini almıştır. Şairler ve yazarlar arasında kaçışın sembolü olmuştur. 

Şairler ve yazarlar toplum sorunlarından ellerini ne zaman çekseler, "Fildişi Kule'ye kapanmış" şeklinde ifade edilir. Bu şair ve yazar için hem kendi zararına hem de toplumun zararına olan bir durumdur elbet. Fildişi Kule şairi ve yazarı olmak oldukça kolay olsa gerektir. Sadece kendi için yazmak, topluma kulak tıkamak…

Fildişi Kule deyimini sosyolog yazar Cemil Meriç sıklıkla kulanmıştır eserlerinde. Ancak onun Fildişi Kule'ye bakışı biraz farklıdır. O Fildişi Kule'ye bir zindan olarak değil de sığınılacak bir liman olarak görür.

...
Sevgililer Günü Gerçeği
Sevgililer Günü Gerçeği
absurt | 1 year ago | 170 | Sümeyra

Her yıl 14 Şubatta kutlanan Sevgililer Günü olarak bilinen ve birbirine âşık olan kişilerin ya da evlilerin birbirlerine hediye alması ile önemli bir gün haline gelen Sevgililer Günü aslında sadece bu kadardan ibaret değil. Sevgililer gününün Kökeni eski Roma'ya kadar gidiyor. Roma'da 14 Şubat bahara yakın olduğu için, baharın gelişini müjdeleyen bir bahar bayramı olarak kutlanırmış. Lupercalia adı verilen tören 3 gün sürermiş. Bu festival doğurganlık tanrısı için verilir, festival bıyınca birbiri ile anlaşan kişiler de evlenirlermiş. 

Daha sonra isim değişikliği olmuş ve Valentine Days yani Aziz Valentine Günü olmuştur. 496 yılında resmi olarak ilan edilmiştir. Bu Valentine isminin ise o dönemdenok önce yaşamış bir şehidin ismi olduğu söyleniyor. Bunun yanında benzer rivayetler de var. O dönemin Roma imparatoru evlenmeyi yasakladığı halde Valentine isimli bu kişi evliliği kutsal olarak görüyor ve insanları evlenmeye teşvik ediyor. Bunun üzerine yaptığından ötürü yakalanıp zindana atılıyor ve Valentine gardiyanın kızına aşık oluyor, öldürülmeye götürülürken kıza mektup yazıp veriyor. O günden itibaren Sevgililer günü denen bu günde hediye alma kart yazma eylemleri başlıyor. 

Ne yazık ki özellikle son 20 yılda daha da popülerlik kazanan bu gün, insanların adeta yarış yaptıkları, alınan hediyeler üzerinden birbirlerini ezmek istedikleri bir savaş haline gelmiştir. Bu gün, öyle bir kazınmıştır ki beyinlere insanlar kendilerini hediye almaya, kart yazmaya mecbur hissetmektedir. Oysa ki sevginin bir günü yoktur, sevgi her gündür. Ya da hediye almak için özel bir gün ilan edilmesine gerek yoktur. 

Bu durumdan en çok yararlanan tabii ki mağazalar, alışveriş siteleri ve çiçekçiler olmuştur. Şubatın birinci haftası biter bitmez her yerde kıpırtılar başlamaktadır. İnsanlar çılgınlar gibi hediye arayışına girmeye başlamışlardır. Sevgililer Günü İndirimi adı altında insanların hem duyguları hem de paraları sömürülmektedir. 

...
Gökkuşağı Hakkında Bilgiler
Gökkuşağı Hakkında Bilgiler
absurt | 1 year ago | 118 | Sultan

Hayatınızda hiç Gökkuşağı gördünüz mü? Evet ben çok fazla gördüm. Herkes gökkuşağının nasıl oluştuğunu bilir. Damlacığın içerisine girince, ışık arka iç yüzeyden yansır, daha sonra ikinci bir kez kırılır, sudan çıkıp tekrar havaya doğru kıvrılarak bükülür. Tanımı budur. Gökkuşağını herkesin farklı gördüğünü biliyor musunuz? Tabi ki farklı görüyoruz farklı açılardan bakıyoruz derseniz yanılırsınız. Renkler aynı olsa da yerlerini farklı görür. Bu renklerin insanın gözüne nasıl yansıdığı ile alakalı. 

Aslında her insan bu renklerin hepsini göremez. İnsanların gökkuşağında gördüğü yedi renk aslında en fazla yedi rengin gördüğüdür. Yani herkes renklerin hepsini göremez. Kafanız karıştıysa size bir örnekle açıklayabilirim. Araştırmalarıma göre Aristo sadece kırmızı, yeşil ve mor renklerini saymış. Bazı alimler de üç renk gördüğünü ama kırmızı, yeşil ve sarı gördüklerini. Bazı insanlarda beş renk tanımladığını söyler. Unutulmaması gereken başka bir şey: Bir gökkuşağı her zaman güneşin karşısında olmalıdır. Gündüz yıldızımızın yanında veya etrafında bir yer tespit ettiğini düşünüyorsanız, başka bir şey görüyorsunuzdur. ayrıca gökkuşağının altında bir altın falan yoktur. Aramaya da kalkmayın siz ona ulaşmaya çalıştıkça o sizden daha da uzaklaşacaktır çünkü gökkuşağı, gözlemcinin sizin ve ışık kaynağının güneşin yönelimine dayandığından, hareket ettiğinizde gökkuşağı da hareket edecektir. Ayrıca size ilginç bir bilgi daha gökkuşağına tepeden baktığınızda onu dairesel görürsünüz. Kışın gökkuşağı görme olasılığı daha düşüktür. Zaten kar taneleri yağmur damlaları gibi ışığı yansıttığını sanmıyorum. Yansıtsa da yağmur taneleri kadar olmaz herhalde. Hiç çift gökkuşağı yakaladınız mı? Işık yağmur damlasına iki kez yansıdığında çift gökkuşağı oluşur ve böylece iki farklı açıdan gelen iki farklı yansıma görebilirsiniz. Bir de dünya gezegeni gökkuşağının oluşabileceği tek gezegendir. Yani şimdilik. Kim bilir belki de bir gün gezegenin birinde alfa gökkuşağı buluruz. Benden bu kadar. Eğer daha fazla bilgi istiyorsanız sizde araştırabiliriz.


 

...
İnsan Neden Delirir?
İnsan Neden Delirir?
absurt | 1 year ago | 1911 | Sultan

Etrafınızda deli bir insan var mı ya da daha kibar bir dille akli dengesi yerinde olmayan bir insan var mı? Deliliği kısaca özetlersek insanın ruhsal ve akli dengesini dengeleyememesi diyebiliriz. Günümüzde bazı psikolojik hastalıkların tedavisi bulunsa da ancak delilik hala tedavi edilemez bir hastalık olarak kabul edilir. İnsanlar neden deliriyor?  

Hepimiz bazen yaşadığımız olaylar karşısında akli dengemizi korumakta güçlük çekiyoruz. Etrafımızdaki sinir bozucu insanlar ise bunu iyice güçleştiriyor. Sağlıklı bir insan aniden veya yavaş yavaş stresle delirebilir. Bana göre insanın çıkamadığı odası vardır. Yani demek istediğim insanlar yaşamak istediği şeylerle doldurur zihnini eğer o odaya dışarıdan bir kötü resim girerse ve insan istemeye istemeye bu resimlere bakmak zorunda kalırsa bir zaman sonra güzel resimleri silmeye başlar fakat hala ruhunda o resimlerin ona  aktardığı duygular kalmıştır. Zihni ise kötü resimlere doğru odaklanır. İkisinin arasında denge kurmak  o kadar zorlaşır ki artık zihinsel direnmeyi bırakır ve bu iki uçurum arasında kalır. Ondan sonra her defasında seçtiği yol diğer yolun kesimiyle son bulur. Delilik dediğimiz şey ise iki yolunda görmediği kuytu bir yere saklanmaktır. Genelde çok zeki ve zihni geniş insanlar delirir. Bunun sebebi ise belki de bu insanların tutunacak hiçbir zihinsel dalı yoktur. Size bunu bir akıl hastanesine girmiş çıkmış bir kişiden örnek vereyim. 

Kişinin sözleri aynen şöyle ben raporluyum mesela. deli diyorlar halk dilinde. kimseden bir eksiğimiz olduğu için delirmedik biz. fazla olduğu için delirdik. ben 9 yaşında başladım antidepresanlara. ıq'um yüksekmiş.. çok zekiyim diye, kimse beni anlamaz diye beni kendi seviyelerine çekmeye çalıştılar. ben hep direndim. ne kadar uyuşturmak istedilerse beni ben hep inat ettim. bir süre sonra baktılar olmuyor böyle, yatırdılar beni kliniğe. klinikte ki tüm hastalar(!) çok zekiydi.. hepsinin matematiğe, sanata, okumaya kafaları öyle çalışıyordu ki.. işte biz bu kadar zeki olduğumuz için siz bizi kabul etmediniz.. adımıza deli dediniz. sınırları kaldırdık, tabuları yıktık. ama insanların önyargılarını bitiremedik. delilik güzel şey. Aslında etrafımızdaki sosyal medya gibi şeyler normal bir insanın bili delirmesine yol açar. Benden bu kadar. Eğer daha fazla bilgi istiyorsanız sizde araştırabilirsiniz.

...
Yeni Zelanda Hakkında Bilgiler
Yeni Zelanda Hakkında Bilgiler
absurt | 1 year ago | 118 | Sultan

Yeni Zelanda'ya hiç gittiniz mi? Ben gitmedim ama gitmek isterdim. Yeni Zelanda deyince aklımıza küçük bir ada ve o adanın içinde şaşalı ve rüya gibi bir şehir aklımıza geliyor. Eğer bu ülke hakkında çok şey bilmiyor iseniz gelin size bu ülkeyi anlatayım. 

İlk önce size bu ülkenin dünyanın oksijen açısından en zengin ülkesi olduğunu söyleyeyim. Yani olması gereken bu çünkü ülkenin dört bir tarafı denizlerle çevrili. Ülkede yeşillikten başka bir şey yok. Ayrıca bu ülkenin başkenti dünyanın en doğusunda yer alan başkent olarak biliniyor. Ülke enlere oynuyor desek yanılmayız herhalde. Orda dünyanın en mutsuz insanı bile mutlu olur değil mi? Arıca ülkenin yüzde beşi insan. Hayır size şaka yapmıyorum. Peki diğer geri kalan yüzde doksan beşlik kısım kimler. Tabi ki de diğer doğa canlıları. Siz düşünün artık ülkedeki hayvan popülasyonunun ne kadar olduğunu. Peki insan nüfusunun ne kadar olduğunu soruyorsanız. Araştırmalarıma göre  ülkede sadece  dört milyon insan var. Her yıl iki milyon insanda adayı  ziyaret ediyor. Yani topu topu altı milyon insan var. Yani benim yaşadığım Burdur ili kadar. Bu size verdiğim bilgilerin arasında en ilginci olabilir. Ülke başkanı 1990 yılında adaya bir büyücü adamış. Nedeni ise ülkeyi kötü güçlerden korumak içinmiş. Kafalar karıştı desenize. Birde ülkede 36 yıldır bir saniye bile durmadan çalışan bir saat var. Vay be resmen ülkeden kalite akıyor. Ayrıca ülkedeki nüfus sayısı önceleri daha fazlaymış. 

Ne yazık ki birinci dünya savaşında insanların çoğu ölmüş. Savaş her zaman kötüdür. Size benim de çok şaşırdığım bir bilgi daha vereceğim . Dünyanın en uzun yer ismi de buraya aittir. Adı ise Taumatawhakatangihangakoauauotamateaturipukakapikimaungahoronukupokaiwenuakitanatahu’dır. Evet yanlış duymadınız adı bu. Koyan kişi bu ismi koyarken ne düşünmüş acaba. Ayrıca yüzüklerin efendisi filmi burada çekilmiştir. Eğer filmin hayranı iseniz burayı görmek isteyebilirsiniz. Ayrıca ülkede çok güzel sahiller ve plajlar var. Ülkede ne kadar az insan olsa da ülke ekonomisi gayet iyi. Kısaca cennet gibi bir yer. Benden bu kudur. Eğer daha fazla bilgi istiyorsanız siz de araştırabilirsiniz. 

...
İsviçre Hakkında Bilgiler
İsviçre Hakkında Bilgiler
absurt | 1 year ago | 203 | Sultan

İsviçre hakkında ne biliyorsunuz? Aslında herkesin de bildiği gibi İsviçre denince aklımıza zengin bir ülke, yeşil vadiler, güzel bir hayat gibi şeyler gelir. Bu yazıda size İsviçre hakkında bilgiler vereceğim. Öncelikle ülkede boşanmış sayısı çok fazla. Burada insanlar geç evlenir çabuk boşanır. Bekarlık sultanlıktır sözünün tam ülkesi. Bu ülkede yaklaşık olarak yedi bin tane göl var. Ülke neden bu kadar yeşil şimdi anlıyoruz. Burası dünyanın en yaşanabilir şehirlerinden ikisine ev sahipliği yapar. Ayrıca yaşam kalitesi oldukça yüksek olan bu şehirde bir sakızı bile beş doları altında alamazsınız fakat kaliteli olduğu kesindir. Bu arada ülkede içkiyi su gibi içerler çünkü neredeyse her evde içki vardır. 

Dünyanın en uzun merdiveninin de  burada olduğunu biliyor musunuz? Hayır Çin’de ya da Japonya’da değil. Ayrıca ülke nükleer savaşa tamamen hazırdır. Köylerde bile nükleer savaştan korunmak için sığınaklar vardır. Bu ülkede her dil konuşan insan vardır ama ülkenin 4 tane ulusal dil vardır. Bunlar İtalyanca, Almanca, Fransızca, Romence. Tabi Romence yüzde birlik kısımda bile olsa yinede ülkenin ulusal dili olarak kabul ediliyor. Ülkede işsizlik oranı yok denecek kadar azdır. Kimsede kolay kolay işten çıkarılmaz. Ayrıca her ülkenin manyak yasaları gibi bu ülkede manyak bir yasa var. Bu ülkenin desteklenmiş intihar denen bir sistemleri var. İsviçre yasalarına göre, aklı başında olan ve bir süre boyunca yaşamını sonlandırmayı istediğini söyleyen herkes, desteklenmiş ölüm talep edebilir. Ancak kişiler kendi elleriyle, örneğin ilaçları kendileri alarak intihar etmelidirler. Bana göre saçma çünkü kimse kimseye intihar etmesi için yardım etmez. Demek ki zamanında ülkede  öyle şeyler yaşanmış ki bu yasayı koymuşlar. Bu ülkedeki et dünyanın en pahalı etleridir çünkü ülkedeki çiftlikler diğer ülkedeki çiftliklerden daha küçük ve ayrıca yüksek maliyetler yüzünden et pahalıdır. İnsanın aklına gelmiyor değil madem o kadar yeşil alanın var neden bu alanda gelişmiyorsun. Bir de bu ülkedeki yoksulluk oranı Avrupa'nın en düşük oranına sahiptir. Avrupa’nın en yüksek dağlarına ve en çok dağına sahiptir. Bizim ülkemize hiç benzemiyor değil mi? Belki de ilerde bu ülke gibi oluruz. Çok büyük umutlarla ama her şeye rağmen bizim ülkemizin de çok şeyi var. Benden bu kadar. Daha fazla bilgi için sizde araştırabilirsiniz.


 

...
Pişmaniye'nin Hikayesi
Pişmaniye'nin Hikayesi
absurt | 1 year ago | 205 | Sümeyra

Pişmaniye; un, şeker ve tereyağ ya da margarin ile yapılan bir tatlıdır. Yapısı itibari ile helvaya benzeyen bu tatlı az malzemeli ama çok lezzetli bir tatlıdır. Tel tel, tel helva, çekme helva, keten helva, tepme helva gibi isimleri de vardır ancak en çok pişmaniye ismi kullanılır. Pişmaniyesi ile ünlü ilimiz de Kocaeli' dir. Genellikle otogarlarda kutu kutu satıldığını birçok insan görmüştür. Pişmaniyenin tarihi İran'a dayanmaktadır. Koyun yünğme benzediği için başlarda peşmek adını almıştır. Türkçe' de ise pişmaniye denmiştir. Pişmaniye tam 160 ülkeye ihracatını yaptığımız bir değerimizi. Oldukça hafif bir tatlı olması sebebiyle de çoğu kişi tarafından tercih edilir. 

Malzemeleri az olmasına rağmen yapımı oldukça zahmetli ve zordur. Bu sebeple adına pişmaniye dendiği de söylenmektedir. Pişmaniye adının verilmesine dair birçok rivayet vardır. Tabii ki bunlar rivayetten öteye gidememiştir. Bu rivayetlerden birisi şudur:

Eski zamanlarda İzmit’te meşhur bir tatlıcı varmış. Yolculuk esnasında yolcular, yolculuğa ara verip bu ustanın tatlılarını yemek için gelirler, dükkanın önünde uzun kuyruklar oluştururlarmış. Bu ustanın, çok güzel ve çok şişman bir sevgilisi varmış. Usta sevgilisini çok severmiş. Sevgilisini o kadar çok seviyormuş ki yeni yaptığı tatlının adını şişmaniyem koymuş, sevgilisi şişman olduğu için. Birbirini seven bu insanlar en sonunda evlenmişler, tatlıcı muradına ermiş. Fakat evliliği istediği gibi gitmemiş, sevgilisinin kıskançlıkları adamı çok bunaltmış ve evlilik onun için bir cehennem olmuş. Artık bu olanlara dayanamayan usta o çok severek evlendiği kadından ayrılmış. Hatta evlendiğine pişman olmuş ve adını şişmaniye koyduğu tatlıyı, bu olayı duyanlar pişmaniye diye değiştirmişler. Tatlının adı o zamandan beri pişmaniye kalmış. Bu tabii ki bir rivayettir. Hakkında çeşitli söylentiler olan pişmaniye yapım aşamasında çok kuvvet isteyen bir tatlı olduğu için eskiden sadece erkekler tarafından yapılırmış. Gelişen teknoloji ile artık makinelerin yapması işi oldukça kolaylaştırmaktadır. 

...
Farklı Bir Güzellik Anlayışı: Mursi Kabilesi
Farklı Bir Güzellik Anlayışı: Mursi Kabilesi
absurt | 1 year ago | 245 | Sümeyra

Etiyopya'da Mursi adında bir kabile yaşamaktadır. Belki de bir çoğunuzun ildiği bir kabiledir bu. Mursi Kabilesi, Omo Vadisi'ndeki en meşhur kabilelerden birisi. Mago Ulusal Parkı'nda yaklaşık 7500 tane Mursi yaşamaktadır. Bu Mursiler göçebedirler. Yaz ve kış mevsiminde yaşadıkları yerleri değiştirirler. Tarım ve hayvancılık ile uğraşıp, geçimlerini sağlarlar. Mursi Kabilesi' nin adını bu kadar çok duyurmasına sebep olan ve diğer kabilelerden onları ayıran en önemli özellik Mursi kadınlarının güzellik anlayışıdır. 

Mursi Kabilesi kadınları henüz 15- 16 yaşlarındayken alt dudaklarına bir delik açıp oraya kil ya da tahtadan yapılmış olan tabakları yerleştiriyorlar. Bu dudaklarına yerleştirdileri tabakların boyutu ne kadar büyük ise kadının o kadar değerli olduğu düşünülüyor. Ağızlarında bu tabaklar ne kadar büyük olursa o kadar çok başlık parası veriliyor. 
Tabaktan daha ilginç bir güzellik anlayışı da yine güzel görünmek için kadınların vücutlarında oluşturdukları şekiller. Bu şekillerin yapılması da oldukça tuhaf.  Sarı akasya ağacının dikenleri ile şekli yapmak istedikleri yere kesik atıyorlar, ardından o kesikten deriyi kaldırıp içine kül koyuyorlar. Amaçları ise deride enfeksiyon oluşup, derinin şişmesi. Deri iyileşirken de o şeklin kaybolmaması için üzerine mangal kömürü bastırıyorlar. En büyük şartları ise tüm bu acı karşısında dayanabilmek ve ağlamamak. Mursilere göre kadınların vücudunda bu şekillerden ne kadar çok varsa o kadar güzel oluyorlar. 

Erkeklerde de güzellik anlayışı var elbette ancak kadınların ki kadar tuhaf değil. Erkekler ise güzel görünmek için  yüzlerini beyaz bir boya ya da kireç ile boyuyorlar ve şekil veriyorlar. Kadınlar yine güzel olmak için daha acılı yöntemler seçmiş oluyor erkeklere göre. 

...
Hababam Sınıfı Ve Yatılı Okul
Hababam Sınıfı Ve Yatılı Okul
absurt | 2 years ago | 232 | Nebahat

Yatılı okullar, kimilerinin hayali kimilerinin kabusudur. Eskiden imkansızlıklar sebebi ile her yerde okul olmadığı için merkezi yerleşim yerlerinde bulunan okulların yanında pansiyon olur ve uzaktan gelen öğrencilerin barınma ve yemek ihtiyaçları burada karşılanırdı. Okumak isteyen ama kırsalda yaşayan öğrenciler için yatılı okul, hayallerine ulaşmayı sağlayan bir araç iken ekonomik veya ailevi sebepler yüzünden evden ayrılmak zorunda kalanlar için ise yatılı okul zorunlu ikametgah yeridir.

Öğretmen okulları, sağlık meslek liseleri, fen ve Anadolu liseleri gibi okullar mesleki, teknik ve akademik bilgi veren ve ülke genelinde sayısı az olduğu için sınavla öğrenci alan okullardı. Bu okullarda okumak için şehir dışından gelen öğrencilere pansiyon hizmeti de verilirdi. 13-14 yaşında ailesinden uzakta eğitim almaya gelen öğrenciler, yatılı okulda birlikte büyür, birlikte sosyalleşir, birlikte hayatı öğrenirlerdi.

Günümüzde okul sayıları ve ulaşım imkanları arttı.  Vatandaşların refah seviyeleri yükseldi, aileler daha bilinçli ve ilgili hale geldi. Ancak yatılı okullar ve pansiyonlar halen varlığını sürdürmektedir. Kırsalda yaşayan, ekonomik sıkıntı çeken, ailevi sorunları olan, anne ve ya babasını kaybetmiş olan, uzak bir yerden gelip kalacak yer bulamayan ve ya iyi bir eğitim almak isteyen pek çok öğrencinin barınma ve yeme-içme gibi ihtiyaçları yatılı okullarda karşılanmaktadır

 Hangi sebeple olursa olsun bir şekilde yolu yatılı okula düşen öğrenciler için yeni, farklı bir hayat tecrübesi yaşanmaktadır. Öğrencinin yaşı, cinsiyeti, okulun türü ve okulun yeri bu hayat tecrübesini etkileyen önemli faktörlerdir. Yaşı küçük çocuklarda aile özlemi ağır basmaktadır. Ailesi ile birlikte yaşarken ebeveynlerin yaptığı yatak ve dolap düzenlemek, çamaşırları yıkamak, ütülemek, çanta hazırlamak ve yolculuk yapmak gibi pek çok sorumluluğu erken yaşta öğrenirler.  Orta öğretim seviyesindeki öğrenciler için ise yatılı okullar, daha özgür takıldıkları ve arkadaşları ile birlikte eğlenceli vakit geçirdikleri yerler olduğu düşünülür(Hababam Sınıfı filminin etkisi). Ergenlik dönemi özgürlük arayışının, isyan ve başkaldırının olduğu, karşı cinse ilginin arttığı, arkadaşlığın önemli olduğu, kişilik arayışının yaşandığı bir süreci kapsar. Anne- baba otorite ve baskısının olmadığı ya da çok az hissedildiği, okul kurallarının esnetilip, çiğnendiği bu süreçte gençlerin aksiyon ve macera arayışları eğlenceli ama tehlikeli olabilmektedir. Kurallara uyulmadığı anlaşıldığında ise cezalar herkese birden verilir. Genelde suçu işleyeni ihbar etmek “ispiyonculuk” olarak kabul edilir. Akran dayanışması bu durumlarda akran zorbalığına dönüşebilmektedir.  Maalesef böyle durumlarda kurallara uyan, kendi halinde sessiz ve sakin kişilere haksızlık yapılmaktadır. Onları savunacak ve koruyacak bir aile üyesi veya yetişkin olmadığı için ya kendi başlarının çaresine bakmayı ve hakkını savunmayı öğrenecek ya da itaat etmeyi öğrenecektir.

Yatılı okulda kalan öğrencilerden ailesinden uzakta olduğu için sorunlar yaşayanlar olduğu gibi, tek başına ayakta durmayı öğrenip sorumluluklarını üstlenebilen ve kendini yetiştiren öğrenciler de çıkmaktadır. Aynı yaş grubundan pek çok çocuk/genç birbiri ile arkadaş, dost olmakta, iyi ve kötü günde birbirlerine destek olmakta, yardımlaşmakta hatta birbirlerine aile olmaktadırlar. Yatılı okul tecrübesi insana yetişkinlik hayatında sürekli kullanacağı düzenli, planlı, sorumluluk sahibi, dostluğa önem veren ve aile kıymeti bilen kişilik özelliklerini kazandırmaktadır.

 

...
Üniversite Neden Okunur?
Üniversite Neden Okunur?
absurt | 2 years ago | 759 | Nebahat

Üniversite tercihlerinde öğrencilerin kafasını karıştıran en önemli sorulardan biri;, bölüm tercihi mi daha önemli,  üniversite tercihi  mi daha önemli olduğu konusudur. Türkiye'nin her şehrinde hem devlet hem de vakıf üniversiteleri bulunmaktadır. YÖK raporlarına göre 2020 de 129 devlet, 78 vakıf üniversitesi vardır ve bu sayı her geçen sene artmaktadır. Çünkü üniversite okumak isteyen kişi sayısı arttıkça talebi karşılamak için yeni üniversiteler açılmaktadır. Peki neden talep bu kadar fazla? Neden her liseyi bitiren üniversite okumak istiyor? Sorularının cevabı  maalesef BİLME VE ÖĞRENME İSTEĞİ değildir. Üniversite ve okunan bölümler sanki mesleki eğitim veren ve mezun olunca direk devlet dairesinde işe başlatılan kurumlar olarak algılanmaktadır. Bu yanlış algı yüzünden gelecekte devlette işe girmeyi kolaylaştıracağı düşünülen bölümlere talep çok fazla olmaktadır. Öğretmenlikler ve sağlık hizmet alanları gibi bölümler Türkiye'nin ihtiyacının çok üstünde mezun vermektedir. Mezun olan ama işe giremeyen gençler ve aileleri büyük hayal kırıklığına uğramaktadır.

Üniversiteler iş ve işçi bulma kurumuna bağlı işçi ve çalışan yetiştiren eğitim yerleri değildir. Üniversiteler gençlere ilim, irfan ve hayat tecrübesi  öğreten hatta öğrenmeyi öğreten yerlerdir. Ailesinin yanında küçük yerleşim yerlerinde yaşayan milyonlarca genç, üniversite sayesinde ilk defa evden ayrılıp tek başına yaşamaya başlıyor. Farklı kültürden, dinden, ırktan insanlarla tanışıyor, büyük şehirlerde yaşamayı öğreniyor. Özgürlük ve sorumluluk alıyor. Bireysel düşünmeyi ve kendini geliştirmeyi öğreniyor. Okuduğu bölüme dair öğrendikleri ise bu tecrübelerin üstüne ekleniyor. Tüm bu faydaların yanında üniversiteler aynı zamanda bulunduğu bölgeye ekonomik gelir sağlamaktadır. Öğrenci evleri, yurtlar, öğrencilerin ihtiyaçlarını satan tüm dükkan ve mağazalar, ulaşım , yiyecek satan restoranlar, kafeteryalar vs. gibi pek çok sektör için  üniversite ve öğrenciler geçim kapısı olmaktadır. Uluslararası alanda ise ülkemize itibar kazandırmaktadır. Son 11 Yılda Üniversite Mezunlarının Oranı %5,5’ten %13,9’a yükselmesi ile daha eğitimli ve bilinçli bir toplum haline geldik. 

Son olarak benim tavsiyem devlet dairesinde işe girerim umuduyla sevmediğiniz bir bölüm okumaktansa severek ilgilendiğiniz bir bölümü okuyun çünkü mezunların büyük bir çoğunluğu zaten okuduğu bölümün dışında farklı mesleklerde çalışmaktadır. Kampüsü geniş ve öğrencilere yönelik sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlerinin çok olduğu büyük şehirlerdeki köklü üniversiteleri tercih edin. Bulduğunuz her fırsatı değerlendirerek kendinizi eğitin, geliştirin ve öğrenin. Hangi mesleği yaparsanız yapın sahip olduğunuz bilgi, yetenek , beceri ve tecrübe hayatınızda çok işinize yarayacak.

 

...
Albert Einstein Hakkında
Albert Einstein Hakkında
absurt | 2 years ago | 267 | Cemre

Einstein, 'Hayatı boyunca tıraş sabunu kullanmamış, her seferinde banyo sabunuyla tıraş olurmuş, farklı iki sabun kullanmanın zorluğundan ve gereksizliğinden şikayet edermiş' diye  bir  yazıyla karşılaştım. Bunun üzerine  Einstein hakkında bilinmeyenleri merak ettim. Devasa zekânın sahibi olan aklımızda hep atomu parçalayan adam olarak bilinen, hiçbir kurala göre iş yapmayan ve kimsenin gözlemine, fikrine göre hareket etmeyen bilimin efendisi olan Einstein'ın bilinmeyen taraflarını kurcalamak istedim. Araştırırken Einstein ve Mileva'nın resmi olarak evlenmeden önce çiftin 1902 yılında Lieserl adında  kızlarının olduğunu ve küçük yaşta öldüğünü, kızı Lieserl'i hiç görmediğini ancak başka kaynaklarda Lieserl'in ölmediği evlatlık verildiği ileri sürülüyordu. Hayatını ezbere bildiğim bilim insanının bilinmeyenlerini öğrenmek gizli odanın kapısını aralamak gibiydi. Aralanan o kapıdan sızan bilgilerin çoğuna inanmak istemedim. Konduramama hissi oluştu. Fakat birçok kaynak aynı şeyi anlatıyordu. Hatta bir diğer öğrendiğim şey ise 1909'da dünyaya gelen oğlu Eduard'ın şizofreni hastası olması ve  1933 yılında ABD'ye göç ettikten sonra oğlunu bir daha görmemesidir. Eduard, 1964 yılında 55 yaşındayken bir psikiyatri kliniğinde hayata veda etmiş. Üzülerek okurken bilgilerin doğruluğundan emindim, bu konunun daha da içine dalmamı sağladı. Hakkındaki tüm kitapları neredeyse okuduğum, güçlü bir hayranlık duyduğum Einstein'ın   Ajan olduğunu, aslında bu kadar zeki olmadığını, kimi zaman soyadını ve yemeğe oturduğunda yemek yemeyi unuttuğunu iddia edenler de var. Bazen de öğrenmenin kaçınılmaz sonucudur üzülmek, yakıştıramamak. " Aklı ile övünen kişi hücresinin genişliği ile övünen mahkuma benzer." 
Einstein
 

...
Gökyüzü Neden Mavidir
Gökyüzü Neden Mavidir
absurt | 2 years ago | 187 | Sultan

Hiç gökyüzüne baktığınızda acaba mavi yerine başka renk olsaydı dediğiniz oldu mu? Benim oldu. Bu konuyu da bu yüzden araştırdım. Mavi rengi sakinleştirir, dinginleştirir, zihnen ve ruhen bizi dinlendirir. Gökyüzünün renginin insan psikolojisine iyi geldiğini biliyor muydunuz? Bu rengin ortaya çıkması güneş ışınlarının kırılması sonucudur. Güneş ışınları görebildiğimiz tüm ışıkları içerir. Mavi ışık diğer renklere oranla atmosferdeki moleküllerle daha fazla çarpışır. Bunun sonucu olarak atmosfer güneşten gelen mavi ışın öteki renklere oranla daha fazla çarpışır. Buda mavi ışığın daha fazla saçılmasına yol açar. Mavi ışık atmosferi tümüyle maviye boyar. Gün batarken de atmosferin kızıl bir renk aldığını görürüz. Bunun sebebi de güneş ışınlarının atmosfere yatay olarak girmesi ve daha fazla yol kat etmesidir. Işınların yolculuğu sırasında ışınların büyük çoğunluğu soğurulur. Mavi ışık öteki renklere oranla daha fazla soğurulduğundan kızıl rengini alır. Peki denizin mavisi gökyüzünün bir yansıması mıdır? Işığın farklı maddelerdeki hareket hızı farklıdır. Bir ortamdan diğerine geçerken ışığın açısı değişir. Bundan dolayı cisimler su içerisinde yüzde 25 daha büyüktür. Sizce çok ilginç değil mi? Benim araştırmalarım bu kadar azda siz araştırın.


 

...
Neden Dejavu Yaşarız
Neden Dejavu Yaşarız
absurt | 2 years ago | 267 | Sultan

Ben bunu daha öncede yaşamıştım hissi hepimizin başına gelir. Fransızcada buna dejavu deniyor. Bizdeki karşılığı ise zaten görülmüş. Şimdi hep birlikte öğrenelim neden dejavu yaşıyoruz. Bazen bir olayın içindeyken yaşadığınız bir anı ben bunu daha önceden de yaşadım dersiniz. Eğer reenkarnasyona inanıyorsanız bunu normal karşılayabilirsiniz.  Çünkü muhtemelen daha önceki hayatınızda tekrar yaşıyorsunuzdur. Ama reenkarnasyona göre. Ancak ölüp ölüp tekrar hayata dönmek gibi bir inancınız yoksa bu durum size garip gelebilir. Öyle ya ilk kez yaşadığımız bir anı nasıl oluyor da hatırlıyoruz. Dejavuyu tetikleyen herhangi bir etken bulunmasa da bu konu uzmanlar tarafından araştırılmıştır. Dejavu hakkında henüz çok şey bilinmese de sinir hücrelerinin arızalanması sonucu ortaya çıktığı tahmin ediliyor. Yani bir epilepsi hastalığı. Epilepsi hastaları epilepsi geçirmeden önce dejavu yaşadıklarını söylüyorlar. Sağlıklı insanların yaşadığı dejavunun bir sebebi ise onların da epilepsi geçiriyor olabilir liginden kaynaklanıyormuş. Dejavu daha çok genç insanlarda yaşanıyormuş. Yaşlılarda ise daha azmış. Araştırmalarıma göre Amerika’da yaşayan bir kadın gün boyu dejavu yaşıyormuş. Bu çok can sıkıcı olmalı. Dejavunun birde tersi varmış. Tanıdık olduğunuz bir duruma karşı yabancılaşma hissi. Bunun adı da jamevu. Adından da anlaşılacağı gibi bu kelimede Fransızca ama Türkçe anlamını araştırmadım. Jamevuya örnek olarak bir tanıdığınızın yüzüne bakarken birden o kişiye yabancılık duymanızdır. Peki siz günlük hayatınızda ne sıklıkla dejavu ya da jamevu yaşıyorsunuz. 


 

...
Örümcek Ağı Dünyanın En Sağlam Maddesi Midir?
Örümcek Ağı Dünyanın En Sağlam Maddesi Midir?
absurt | 2 years ago | 321 | Sultan

Örümcek adam filminde görmüşüzdür. Elinden çıkardığı örümcek ağını duvardan duvara uzatır. Peki gerçekten örümcek ağı bir insanı duvardan duvara fırlatacak kadar sağlam mıdır. Örümcek ağının bir şaheser olduğunu kabul etmeyecek insanların sayısı oldukça azdır. Örümcekler ağlarını avlanmak için kullanır. Çokgenlerden oluşan örümcek ağları genellikle gece örülür ve en fazla 60 dakika sürer. Örümcekten çıkan iplik aslında sıvı haldedir ama dışarıyla temas ettiği an katılaşır. Örümceğin lifi ise bilinen en kuvvetli doğal liftir. Sağlamlık açısından en ideal malzeme olan örümcek ipliği uzmanlarında dikkatini çekmiş. Örümcek ipliği üzerinde yoğunlaşmış çok sayıda malzeme bulunmaktadır. Örümcek ipliğinden daha iyi malzeme yapacaklarını sanan bu bilim adamları ise kimyasal yolla örümcek ipliği yapmaya çalışmıştır. Tabi ki başarısız olmuşlar. Günümüz teknolojisi ne yaparsa yapsın örümcek ipliği ile eşdeğer bir malzeme yapamamıştır. örümcek ipliğinin içinde glisin, alanin, serin ve trosin maddelerinden oluşuyor. Uluslararası bir teknoloji firması bu maddeleri birleştirerek örümcek ipliğine benzer bir madde üretmiş ve bu maddeyi uçaklarda, gemi halatlarına, kemerlerde kullanmaya başlamış. Bu maddenin en önemli kullanım alanlarından biride savunma sanayi olmuş. ayrıca bir örümcek ağı kendisiyle aynı kalınlıkta olan bir çelikten beş kat daha sağlamdır. Örümcek deyip geçmeyin kendisi profesyonel bir mühendistir. Peki siz ne diyorsunuz bu konuya.


 

...
Balinalar Neden İntihar Eder
Balinalar Neden İntihar Eder
absurt | 2 years ago | 478 | Sultan

Hiç intihar eden balina gördünüz mü? Balinalar bazen toplu olarak karaya vurur. Balinaların depresyona girdikleri için intihar ettikleri Olaya ilişkin haberlerde en çok duyduğumuz cümledir. Peki balinalar intihar eder  mi? Bilim Adamlarının yaptığı araştırmalar sonucu buldukları bulgular gösteriyor ki balinalar intihar etmez. Benim araştırmalarıma göre balinalar yönlerini bulmak için sonar dalgaları ortaya çıkarırlar. Ancak bazı sağlık sorunları nedeniyle yönlerini şaşırırlar.  sonar dalgaları göç yollarındaki bazı kıyıların eğimi çok az olduğu için kıyılara çarpıp geri dönmek yerine uzun mesafede ilerlemeye devam eder. Bunun sonucunda derin denize ilerledikleri yönünde yanlış bir mesaj alan balinalar yön değiştirmeden ilerlemeye devam eder ve kaçınılmaz olarak karaya vururlar. Balinalar arasındaki güçlü bağ ve ilişkide koyunlardaki sürü psikolojisine benzer. Lider balina kulak iltihabı nedeniyle ya da yanlışlıkla yolunu kaybedip ilerlese bile diğer balinalar onu takip eder. Balinaları bu duruma iten şey ise insanlardır. İnsanlar denizi kirlettikçe balinalar daha fazla hasta oluyor ve bu durum ortaya çıkıyor. Size bir örnekle bunu açıklayayım. 2002 yılında yapılan bir Nato tatbikatı sırasında onlarca balina kıyıya vurmuştu. Yapılan otopside güçlü askeri sonar dalgalarına bağlı olarak balinaların beyinlerinde, kulaklarında ve ciğerlerinde ciddi kanamalar ortaya çıktığı ve yön bulma merkezlerinin hasar gördüğü görüldü. Bunun yanı sıra denize bıraktığımız kimyasal atıklarda buna sebep oluyor. 


 

...
Paralel Evren Teorisi
Paralel Evren Teorisi
absurt | 2 years ago | 210 | Sultan

Bu yazıyı başka bir boyuta okuyan başka bir sen olabilir mi ya da birden fazla sen. Onunla iletişim kurabilir misin? Acaba o kendi hayatında aldığı kararlarla kendi hayatında senden daha iyisini başarmış olabilir mi? İlk iki sorunun cevabı bilime göre evet. Araştırmalarıma göre paralel evren terimi çoklu evren olarak birbirinden farklı gözlemlenebilir gezegenlerin olmasıdır. Yıllardır teleskopla incelediğimiz bilinen evren yaklaşık olarak 93 milyar ışık yılı genişliğindedir. Ancak bu evren hipotezsel çoklu evrenin çok küçük bir kısmına tekamül eder. Bir sınıflandırmaya göre çoklu evrenler birbirine bağlıdır. Paralel evrene göre tüm dünyalar aynı anda eşit gerçeklikle var olmaktadır. Dahası paralel dünyalar yansıması gözlemlenebilir. sürüp giden yaşam bu yansımaların sadece biridir. Gittikçe artan sayıda kozmolog birçok evrenin var olduğu konusunda hemfikir. Bunlardan biri bizden sadece birkaç milimetre uzakta. Ancak onu bildiğimiz dört boyutlu evrenden farklı bir boyuta olduğu gibi göremiyoruz. Son zamanlarda bilim insanları paralel evren teorisine daha fazla kafayı takmış durumda. Bildiğimiz dört boyut yalnızca aşağı yukarı sağa ve sola bakmamıza izin veriyor. Paralel evren çok yakın olabilir ancak onu algılayamıyoruz. Öncelikle yeni bir tür çevresel vizyon öğrenmemiz gerekiyor. Ancak bir gün paralel evrenlerle yer çekimi aracılığı ile etkileşime gireceğimiz düşünülüyor. Bununla birlikte paralel evren keşfedilirse ne olur. Adını unuttuğu bir bilim adamı şöyle diyordu. Belki Gerçek bir kişilikten daha az hissederiz. Daha çok minnettar oluruz çünkü bizim zamanımız tükense de bir şeyler yapabilmemiz mümkün olacak. Peki Paralel evren keşfedilirse ne olacak. Farklılıklarımızı birleştirerek daha iyi bir insan olabilir miyiz? Yoksa birbirimizle savaşırız.  Paralel bir evrenle temas ne zaman mümkün olacak. Bilim adamlarının çoğuna göre önümüzdeki beş sene içerisinde paralel evren varlığının gerçekliği ispatlanacak. Dünyadaki teknolojik gelişmeler sekteye uğramazsa yirmi otuz sene içerisinde gelişen teknoloji ile Paralel evrenle temas kurmamıza kesin gözüyle bakılıyor. Peki siz ne dersiniz? Sizce böyle bir şey çok ilginç değil mi?


 

...
Karıncaları Zombiye Dönüştüren Mantar
Karıncaları Zombiye Dönüştüren Mantar
absurt | 2 years ago | 198 | Sultan

Daha önce böcekleri yiyen ya da onları öldüren bitkiler olduğunu duymuşsunuzdur. Peki ya onları zombiye dönüştüren bir bitki çeşidi duydunuz mu? Yanlış söyledim tabi ki mantar bir bitki değildir. Bugün size bir karınca türü olan marangoz karıncasına kafayı takan, psikopat bir mantardan bahsedeceğim.  Bu mantar türünün aslında tek bir amacı var o da üremek için uygun zemini bulmak. Olaydaki karıncanın yapması gereken ise ölüm yürüyüşünü gerçekleştirerek kendisi için seçilmiş mezara gitmek. Marangoz karıncalarının normalde gayet basit bir hayatı vardır ama bu mantarın karıncaya bulaşmadan önce. Bu karıncalar yağmur ormanlarının en yüksek dallarında yaşarlar. Yuvalarını ağaç kovuklarına yaparlar. Her karınca türü gibi bu karıncalarda yuvasından yiyecek aramaya yiyecek aramadan yuvasına bir koloni halinde gider gelirler. Ta ki bu mantarın yuvadaki bir karıncayı hasta etmeden önce. Karıncalar orman zeminindeki mantar sporları ile temas edince hastalık başlar. Yaklaşık bir hafta önce kortisoks mantarına temas eden karıncaların tüm vücudu ve başı sporlar tarafından işgal edilir. Bu aşamada hasta karıncaların kasları deforme olmaya başlar ve yırtılır. Mantarın sebep olduğu bu hastalık aynı zamanda karıncanın merkezi sinir sistemini etkiler.  Bu noktada hasta karıncaların davranışları değişmeye başlar. O eski normal davranışlarının dışına çıkıp tipik bir zombi gibi davranmaya başlarlar. Hiçbir zaman koloniden ayrılmayan karıncalar Düzensiz tavırlar sergilemeye başlar. Ve nereye gittiklerini fark etmeden diğer karıncalar ile çarpışmaya başlarlar. Bundan sonra karıncalar yuvadan ayrılmaya başlarlar ve yuvalarının yolunu bir daha bulamazlar. Mantar karıncaları zombileştirerek onlara istediklerini yaptırmaya başlar. Bunu bir zihin kontrolü olarak ta düşünebiliriz. Zombi karınca sanki mantar tarafından önceden planlanmış gibi mantarın üreyebileceği bir yer aramaya başlar. Karınca bir yaprağı baş aşağı olarak ıstırır ve böyle beklemeye başlar. Yaprağı ısırdıktan sonra karıncanın çenesi kitleniyor ve birkaç gün sonra karıncanın başından mantar çıkmaya başlıyor. Gerçekten çok ilginç. Bu mantar Karıncaya kafayı takmış durumda. Siz ne dersiniz?


 

...
Dünyanın En büyük Kelebeği
Dünyanın En büyük Kelebeği
absurt | 2 years ago | 290 | Sultan

Ömrü hayatınızda ne kadar büyük kelebek gördünüz? İşte siz de bu yazıda dünyanın en büyük kelebeği olan dev kanatlı Atlas kelebeğinden bahsedeceğim. Güneydoğu Asya ülkelerinde özellikle de Sri Lanka’da çok   rastlanan bu kelebek normal kelebekten on kat daha büyüktür. Uçarken İnsanlar onu güvercin yada başka bir kuş türü zannedebilir. Otuz santim kanat açıklığına sahip olan bu kelebek dünyada bilinen en büyük kelebektir. Kelebeğin kanat kanat yüzeyi bir kobra yılanı figürü ile süslenmiştir. Kozasını gördüğünüzde ilk başta ağaçtan sallanan bir meyve olarak görebilirsiniz. Bu kelebek bir larva iken bütün besinini alırken. Kelebek olduğu zaman ağzı yok olduğu için hiçbir şey yiyemez. Bu yüzden bu kelebek en fazla beş gün yaşayabilir. Ömrünün büyük bölümünü tırtıl olarak geçiren bu kelebek ana vatanının bazı bölgelerinde ipliği için korumaktadır. Ancak insanlar bunu ticari amaçlı olarak yapmazlar. Bu bölgelerde bu kelebek kutsal bir varlık olarak görülür. Hindistan’da ineklerin kutsal olduğu gibi. Kanatları haricinde en dikkat çeken noktası ise kelebeğin desenidir. Deseni bir kobra yılanının deseni ile aynıdır. Bunun nedeni en büyük düşmanı olan yeşil yılandan korunması içindir. Bilim adamlarına göre böyle bir desenin tesadüfen oluşması mümkün değildir. Yani kelebek Allah tarafından yaratılan en eşsiz varlıklardan biridir. Sizce de çok ilginç değil mi?


 

...