İngiliz edebiyatı, edebiyat alanında en iyi örneklerin verilmesi ile bilinmektedir. Geçmişten günümüze oldukça önemli bir gelenek geliştirmiş ve bu geleneğe sıkı sıkı bağlı olarak binlerce eser kaleme alınmıştır. Biz de sizler için mutlaka okumanız gereken İngiliz Edebiyatından 5 eser listesini oluşturduk.
Bilim kurgu severlerin kesinlikle okuması gerken kitapların başında gelen Zaman Makinesi, oldukça etkileyici bir kitaptır. Geçmişe giden ve geçmişte gördüğü şeyler ile ilk başta şok olan sonrasında ile bu duruma alışan ama alıştıkça da yeni şeyler keşfeden baş kahramanımız ın başından geçenler anlatılmaktadır. Aslında oldukça önemli bir toplumsal eleştiri örneği olan Zaman Makinesi, iğneyi burjuva sınıfına batırır.
Polisiye türünün kraliçesi olarak da bilinen Agatha Christie’nin en meşhur romanlarından birisi olan Doğu Ekspresinde Cinayet, hem bir kısmı bizim topraklarımda geçiyor oluşu hem de oldukça sürükleyici bir kurguya sahip olması nedeniyle şans verilmesi gereken kitaplardan biridir.
İngiliz edebiyatından konu açılmışken William Shakespeare’i anmamak elbette ki olmaz. Belki de İngiliz Edebiyatını, İngiliz Edebiyatı yapan yapı taşlarından birisi de William Shakespeare’in önemli eserlerinden birisi olan Romeo ve Julyet, olarak bilinir. Tiyatro metni şeklinde yazılmış olan kitap kısaca birbirlerine düşman olan Capulet ve Montague ailelerinden olan Romeo ve Julyet’in imkansız aşkını anlatmaktadır.
Yine bilim kurgu alanında bir başyapıt olan Cesur Yeni Dünya, İngiliz Edebiyatından mutalaka okunması gereken kitapların başında yer almaktadır. Oldukça başarılı bir distopya örneği olan Cesur Yeni Dünya, toplumsal eleştiriler konusunda da en başarılı eserler arasındadır. Aldous Huxley roman türünün yanı sıra hikaye, şiir, tiyatro gibi pek çok türde de eser vermiş bir sanatçıdır.
Bir adada mahsur kalan ve yardım bekleyen, bu süreçte de kendi başlarının çaresine bakmak zorunda bırakılan bir grup çocuğun başlarından geçen olayı anlatan Sineklerin Tanrısı, aslında toplum düzeni ve hiyerarşi alanında eleştiriler yapan bir eserdir.
Kitap okumak bazıları için oldukça sıradan ve sıkıcı bir eylemken bazıları için ise yaşama tutunma sebebidir. İnsanların okuma zevkleri birbirinden farklı olabileceği gibi mutlaka herkesi beğeneceği bir kitap bulmak da mümkündür. Bu nedenle sizlerin de mutlaka okuma listenize eklemeniz gereken son zamanların en popüler 5 romanı listesini oluşturduk.
1. Beyoğlu’nun En Güzel Abisi
Ahmet Ümit’in başyapıtlarından birisi olan Beyoğlu’nun En Güzel Abisi, birbirinden ilginç olay zincirleri ile birbirine bağlanmış cinayetleri konu olarak işler. Elbette ki söz konusu Ahmet Ümit’in polisiye romanlarıysa Başkomiser Nevzat olmazsa olmaz. İşin ilginç kısmı ise kitaptaki karakterlerden birinin Ahmet Ümit’in ta kendisi olmasıdır.
2. Böğürtlen Kışı
Ülkemizde son zamanlarda en çok okunan Amerika’lı yazarların başında gelen Sarah Jio, Böğürtlen Kışı isimli romanında aşk, dram ve gizemi bir arada kullanmıştır. Ansızın ortada kaybolan küçük bir çocuk ve sonrasında gelişen olaylar silsilesi ile gerçekten sürükleyici bir romandır. Belki de bu romanın ülkemizde bu kadar çok okunuyor olmasının sebebi Sarah Jio’nun, kitapları hangi dile çevrilirse çevrilsin aradaki engelleri yıkıp okurları ile sıcak temaslar kurması olabilir.
3. Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali denilince akla gelecek olan ilk roman kuşkusuz ki Kürk Mantolu Madonna’dır. Yazarın en başarılı romanı olup olmadığı konusu tartışmaya açık olsa da en çok okunan romanlarından biridir. Kürk Mantolu Madonna okurlarına ana karakterin hissettiği duyguları baştan sona kadar hissetme sözü vermektedir ve bunu da oldukça güzel bir şekilde başarır.
4. Puslu Kıtalar Atlası
Tarih severlerin elinden düşüremeyeceği oldukça sürükleyici ve bol heyecanlı bir roman olan Puslu Kıtalar Atlası oldukça başarılı bir eserdir. İhsan Oktay Anar, diğer pek çok eserinde olduğu gibi tarihi öyle güzel bir şekilde kullanarak bir roman kaleme almış ki, ruhunuzun bedeninizden ayrılıp o yıllara gitmemesi elde bile değil.
5. Gece Yarısı Kütüphanesi
Hiç yaşamla ölüm arasındaki yeri merak ettiniz mi? İşte Gece Yarısı Kütüphanesi tam olarak yaşamla ölüm arasındaki yer. İngiliz yazar Matt Haig tarafından kaleme alınmış muazzam bir eser.
Hepimiz kitap okumanın ne denli önemli olduğunu ve hayatımıza nasıl önemli etkileri bulunduğunu biliriz. Ancak olay okuma alışkanlığı kazanmaya geldiği zaman pek çoğumuz bu noktada oldukça zorlanırız. İşte sizler için kitap okuma alışkanlığı kazanmanın yollarını derledik.
Mutlaka okuduğunuz kitapların isimlerini not alın çünkü bu size geçmişe dönüş baktığınızda hangi kitapları okuduğunuzu hatırlatacak ve okuma motivasyonunuzu arttıracaktır. Bu sayede okuduğunuz kitapların ismini unutma ihtimali de ortadan kalkacaktır.
Online kitap alışverişi yapmak kitaplara çok daha uygun fiyatlarla ulaşmanıza neden olacaktır. Kitapçılarda, kitap fuarlarında hatta sahaflarda kitapların ücretleri son dönemlerde oldukça artmıştır ancak çeşitli online satış siteleri zaman zaman oldukça güzel indirimler yapmakta. Bu indirimlerde kitap stoklamak hem bütçenize iyi gelecek hem de kitaplığınızda okumadığınız bir sürü kitabı görünce okuma istediğiniz oluşacak.
Okuduğumuz kitaplarla ilgili ufak ufak notlar almak ve hatta bir defter oluşturmak okuma alışkanlığı kazanmanıza yardımcı olacak bir diğer etmendir.
Hepimiz sevdiğimiz arkadaşlarımızla uzun uzun sohbetler etmeyi severiz. Okuduğunuz kitaplar da eğer bu sopetin bir parçası olursa hem okuma istediğiniz pekişir hem de keyifli bir konu üzerinden sohbet etmiş olursunuz.
Kitap okuma etkinliklerine katılmak sizleri oldukça olumlu yönde etkileyecektir. Çevrenizde böyle bir etkinlik düzenlenmiyor olabilir ancak endişelenmeyin, internet üzerinden de online bir şekilde bu pek çok bu tarz etkinlikler bulabilir ve diğer insanlarla kitaplar hakkında konuşabilirsiniz.
Bazı insanlar için uygun olmasa da yapılan araştırmalara göre kitap okurken müzik dinlemek insanlara çok daha iyi hissettiriyor ve bu aktiviteyi yapma isteklerini arttırıyor. Ancak bu nokta dikkat edilmesi gereken bir şey var. Sözlü olan müzikler dikkatinizi dağıtabilir ama klasik müzik gibi daha çok huzur veren ve insan ruhunu dinlendiren müzikler kitap okumak için oldukça uygun bir seçim olacaktır.
...Agatha’nın Anahtarı'nın sırrı tüm zamanların en çok merak edilen gizemlerinden birisidir. Üstelik bu konuda bolca rivayet ve şehir efsaneleri de bulunmaktadır. Polisiye dünyasının kraliçesi Agatha Christie şüphesiz romanları kadar sırlar ve gizemlerle dolu bir hayata sahip. Üstelik edebiyat dünyasına adım atışı da bir hayli ilginç.
Aynı zamanda bir disleksi hastası olan Agatha Christie’nın yazma serüveni küçük yaşlarda kardeşi ile girdiği bir iddia sonucu başlamıştır. Kardeşi onun hayatı boyunca bir öykü yazmayacağını söylemesinin üzerine okumakta dahi güçlük çeken Agatha Christie, takdire şayan hayal gücü ile olağanüstü bir hikaye kaleme almış ve kardeşini bir hayli şaşırtmış. Üstelik yalnızca kardeşini değil pek çok usta polisiye yazarının aksine yalnızca bir değil zihinlere kazınan o iki muhteşem karakteri yaratarak o dönemlerde pek çok insanı şaşırtmayı başarmış. İkisi de birbirinden muhteşem karakterler olan Hercule Poirot ve Miss Marple karakterini yaratmıştır.
Özellikle onun yaşadığı dönemlerde kadınların ikinci plana itildiğini ve üniversitelere bile yeni yeni girmeye hak kazandıklarını göz önünde bulundurursak oldukça başarılı bir kadın olduğu su geçirmez bir gerçektir. Özellikle de kaleme aldığı 66 dedektif romanı ve 14 kısa öykünün tam olarak 45 farklı dile çevrilmesi de başarısının en büyük kanıtlarından birisidir.
Agatha’nın Anahtarı'nın sırrı ise ülkemizi ziyaret ettiği sırada gerçekleşen bir gizem. İstanbul’da bir süre vakit geçiren Agatha Christie, Beyoğlu’nda bulunan Pera Palas isimli bir otelde konaklamıştır. Ünlü romanlarından birisi olan Doğu Ekspresi'nde Cinayet adlı romanını Pera Palas otelinin 411 numaralı odasında kaleme almıştır. İşte Agatha’nın Anahtarı'nın sırrı ise işte tam da bu sırada gerçeklemiştir. Birkaç gün boyunca odasından hiç çıkmayan Agatha, merak edilip odasına bakıldığında odada kimsenin olmadığı ve yalnızca masasında esrarengiz bir anahtar bulunduğu keşfedilir.
Efsaneler dilden dile dolaşır ve kimine göre Agatha bu anahtar ile geçmişe gitmiştir kimine göre de İstanbul’da kalbini çalan bir bey ile buluşmuş ve bir süre gözden kaybolmuştur. Hala tam olarak gizem çözülemese de 411 numaralı oda sayesinde edebiyat dünyasının en unutulmaz eserlerinden birisi var olmuştur.
...Sonbahar aylarında mutlaka okumanız gereken kitaplar listesine baktığımızda oldukça sıradışı, ilgi çekici ve heyecan verici kitaplar dikkat çekmekte. Elbette ki her okurun okuma zevki farklı olacağı için biz de sizlere birbirinden farklı türlerdeki kitapları derledik.
Okumak hafızayı güçlendirdiği, empati yeteneğini arttırdığı, strese azalttığı ve kelime darcığını geliştirdiği için oldukça önemlidir. Her yaşa özel kitaplar olmakla birlikte çocukluk döneminden yaşlılığa kadar okumak insanlara çok iyi gelecektir. Yine herkesin kitap seçerken dikkat ettiği kriterler birbirinden farklı olsa da sonbahar aylarında mutlaka okumanız gereken kitaplar listesinde bulunan kitapları mutlaka hayatınızda bir kere de olsa okumalısınız. Hadi listeye göz atalım.
Franz Kafka’nın en bilindik ve değerli kitaplarından birisi olan Dönüşüm, alegorik tarzda yazılmış ve bizlere aslında çok şey anlata bir kitaptır. Yalnızca 74 sayfa olması da aslında alegorik tarzın getirdiği anlam kargaşasını önlemekte ve okuyucuya muhteşem bir okuma deneyimi sunmaktadır. Gregor Samsa’nın başından geçen bu sarsıcı olayı okurken zaman zaman onun yerine kenimizi koymamamız olası bir ihtimal bile değildir.
Amerikalı yazar Madeline Miller tarafından kaleme alınan bu eser tam olarak mitoloji sevenler için yazılmış denilebilir. Ben, Kirke tüm karmaşık olayları, acımasızlığı, aşkı ve tutkusu ile bizlere Yunan Mitolojisinin kapılarını açıyor.
Türk polisiye yazarları denilince akla gelen ilk isim olan Ahmet Ümit’in Beyoğlu Rapsodisi isimli eseri, bizlere muhteşem bir polisiye roman okuma zevki vermek için yazılmış adeta. Selim, Nihat ve Kenan isminde birbirinden tamamen zıt karakterli üç arkadaşın başına gelen olaylar silsilesini ve devamındaki kanlı olaylara şahit oluyoruz. Doğrusu sarsıcı ve şaşırtıcı sonu ile mutlaka okunması gereken kitaplardan birisi olmayı başarıyor.
Bir zamanlara damgasını vuran yazar Bronte Kardeşlerin en büyüğü Charlotte Bronte’nın kaleminden su gibi akıp kağıtların üzerine damlayan bu eser bizleri Victoria Döneminin İngiltere’sine götürüyor. Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeden Jane Eyre’in yengesi tarafından istenmemesi ve yatılı bir okula gönderilmesi ile olaylar başlamış oluyor.
Adalet Ağaoğlu'na ait olan Ölmeye Yatmak romanı, yazarın Dar Zamanlar Üçlemesi adını verdiği nehir romanının ilk kitabıdır. Diğerleri ise Bir Düğün Gecesi ve Hayır isimli romanlardır. Bu eser ilk olarak 1973 yılında yayımlanmıştır. Eserin kahramanları Aysel, Salih Efendi, Ali, Dündar öğretmen, Aydın, İlhan, Ömer ve Engin'dir. Roman baştan sona kadar baş karakter olan Aysel'in yaşamı sorgulamasından oluşur. Bu romanda Aysel karakterinin, romanın yazarı olan Adalet Ağaoğlu olduğu söylenir. Çünkü ikisinın hayatları arasında epey benzerlik vardır.
Romanda kişilerin kendileri ile girdikleri iç çatışmalar yer alır. Baş karakter Aysel, doçenttir. Romanda Aysel'in nasıl doçent olduğu, içinde bulundukları dönemin siyasi ve sosyal yapısı da bir belgesel tadında anlatılmaya çalışılır. Aysel doçent olmuştur ama hiç mutlu olamamıştır. Hayatı hep sorgulama ile geçer. Romanda aynı zamanda batı özentiliği yapan o dönemin Türkiye' si de eleştirilir. Romanda sık sık geriye dönüşler vardır ve buna da flashback denmektedir. Aysel'in babası da diğer köylüler gibi eski kafalı bir adamdır. Okula öğretmenin zoruyla göndermektedir.
Okulda bir gün bir oyun sergilenir ve bu oyundan veliler hiç hoşlanmaz. Çünkü bu oyun kız ve erkek sarılarak oynanır. O dönemde bu tür şeyler pek hoş karşılanmaz. Aysel'in anne ve babası oyuna gelmez. Bu Aysel açısından iyi bir durumdur. Öğretmen, Aysel'in babasını zorla ikna ederek Aysel'i Ankara'ya okutmaya gönderir. Aysel'in aile ilişkileri de çok iyi değildir. Onu kimse önemsemez. Bu yüzden de Aysel karar verir ve okuyup kendini kanıtlayacaktır. Yurt dışında okur ve akademisyen olur. Kendi gibi akademisyen olan biriyle evlenir fakat mutlu olamaz, ayrılır. Ardından bir öğrencisi ile ilişki yaşar ama yine mutlu olamaz.
Aysel Nisan ayının bir sabahında Ankara'nın lüks bir otelinde ölmeye yatmıştır. Bir buçuk saat süren bu yatış esnasında kendisini, hayatını ve bu zamana kadar yaptığı şeyleri sorgular. En sonunda Aysel doğacak olan çocuğunu düşündüğü için intihardan vazgeçer ve üstünü giyinip otelden ayrılır.
...Latife Tekin'e ait olan roman köy-kent ikilemini ele alır. Eser Aktaş ailesinin köyden göçünü, çarpık kent ilişkileri içinde tepetaklak olmasını ve kent ilişkileri içinde yabancılaşmasını konu alır. Romanda geçen köy Alacüvekliler Köyüdür. Kişiler ise; Atiye, Huvat, Dirmit, Halit, Mahmut ve köylülerdir. Kişilerin her biri kendine özgü olağandışılıkları barındıran dünyaya sahiptirler. Olağanüstü, saçma ve hurafe yaşamın birer parçasıdır. Gerçeklik hep geri planda kalmıştır. Romanda kullanılan dil, aile ortamında konuşulan, dış etkilerle bozulmamış bir dildir. Roman iki ana bölümden meydana gelir; Aktaş ailesinin köy ortamında geçen, cin ve peri masallarıyla bezel, rüyaların mantık dışı ögelerin hayatın merkezinde olduğu birinci bölümde, Huvat, Atiye ve köylüler ön plana çıkarılır. Alacüvekliler inanç ile hurafeyi iç içe yaşayan, sorgulamayan bir köydür. İkinci bölümde ise, Aktaş ailesinin büyük kent ormanında sefalete varan maddi sıkıntıları, kentte savrulmaları, aile bireylerinin yoksulluk yüzünden birbirleriyle ve dışarıya kavgası anlatılır.
Alacüvek Köyü dışarıdan gelen her şeyi yadırgar, kabullenemez. En çok yadırgadıkları da Huvat'ın kasabadan getirdiği karısı Atiye'dir. Atiye köye geldikten sonra batıl inançlar devreye girer. Köylüler, üç koyunun ardarda şişip ölmesini, çifte sarılı yumurtlayan tavuğun yumurtayı kesmesini, Huvat'ın anasının tahtalıdan düşmesini hep Atiye'nin köye gelmesine bağlar. Köy dışa kapalı olduğu için, içine aldığı şeyi adeta kendi içinde eritir ve kendi yaşantısına uygun hale getirir. Bunun en iyi örneği Atiye'dir. Atiye'nin 4 çocuğu olur. Bu çocuklardan küçük kız Dirmit'in doğumu sırasında da, bebekliğinde de birtakım olağanüstülükler görülür. Köylülerden Cinci Mehmet, Dirmit'in tekin olmadığını söyler. Dirmit, bitkilerle, cansız varlıklarla arkadaşlık eder, onlarla konuşur. Oğulları iş bulup çalışırlar, büyük oğlu evlenir. Atiye de hastalıklarıyla mücadele eder ve ölümüne kadar yaşantısı hep hastalıkla geçer. Romanda Atiye sürekli Azrail'le kavgaya tutuşur. Azrail gelir ve Atiye Azraile ona dünyada günyüzü göstermediği gibi şeyleri sayıştırır.
Romanda ironiye yer verilir. Örneğin; Atiye'nin "Azraille kavgaya tutuşması kendisine karşı inancını bozması Allah'ın gücüne gitti Azraile Atiye'nin başından çekilmesini emretti, Atiye'ye sancıları ve yaraları ile yaşama cezası verdi."gibi.
Romanda anne ve babasını henüz çok küçük yaşta kaybetmiş olan Mümtaz isimli karakterin, amcaoğlu İhsan tarafından büyütülmesi anlatılıyor. Romanın temel kişileri; Mümtaz, Nuran, İhsan ve Suat'tır. Mümtaz, Edebiyat Fakültesinde asistan olarak görev yapmaktadır. Yine Edebiyat Fakültesinden mezun olan Nuran'a da âşıktır. Nuran daha önce evlenmiş ve ayrılmış bir kadındır. Evlenmeye karar verirler ancak Suat'ın Nuran'a olan aşkından kendini asması üzerine Nuran, kendini suçlayarak evlenmekten vazgeçer. Nuran eski kocasıyla barışmak ister bu durum Mümtaz'ı çok üzer. Mümtaz merdivenlerden çıkarken 2. Dünya Savaşı çıktığını radyodan duyunca merdivenlere yığılır.
Olay zamanı 24 saattir fakat geriye dönüşler vardır. Bu tekniğe Flashback tekniği denir. Kapsamlı olarak bakıldığında bu, zamanda kırılma durumudur. Kitapta İhsan ile Mümtaz ortak bir medeniyeti temsil eder. Huzur romanının gizli kahramanın Suat diyebiliriz. Çünkü Cumhuriyet sonrasının harcanmış kuşaklarını çok iyi sembolize eder. Romanın sonunda Mümtaz yeni bir aydın tip olarak asıl huzurun insanın kendi özünde ve içinde olduğu gerçeğini kavrar. Mümtaz, Suat'ın kötü beni'dir. Mümtaz huzursuz biridir. Bunun 3 tane sebebi vardır:
1-)İhsan'ın hastalığı
2-)Nuran'dan ayrılması
3-)İkinci Dünya Savaşı
Mümtaz anne ve babasını kaybetmiş, hiç anne-baba sevgisi görmemiştir. Ölüm kavramı Mümtaz'ı tetikleyen kavramdır. Roman yaşayanlardan daha çok ölülerin romanıdır demek yanlış olmaz. Hatta Nuran, Mümtaz'ı sürekli ölülerle meşgul olduğu için sürekli suçlar. Romanda çatışmalar söz konusudur. Doğu ile batı, iyi ile kötünün çatışması vardır. Suat ne kadar kötüyse Mümtaz o kadar iyidir. O kadar iyidir ki; Suat'ın intihar mektubunu hep yanında taşır, defalarca okur ve Suat'a yakınlık duyar. Nuran ile ayrılmalarına sebep olduğu için öfke bile duymaz. Mümtaz adı gibi seçilmiş bir karakter, Suat ise taklit bir karakterdir.
Huzur, aynı zamanda bir yolculuk romanıdır. Mümtaz ile Nuran sadece İstanbul'un sokaklarını, camiilerini değil bütün bir kültürünü, tarihini de dolaşırlar. Bir nevi zamanlar ve mekanlar adası yolculuktur.
...Yeraltından Notlar isimli eser Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'ye ait olan, Avrupa'daki varoluşçu ve sürrealist edebiyatın habercisi olarak kabul edilen ve Gogol'ün etkisiyle yazılmış bir romandır. Yazar bu eseri sağlık sorunları yaşarken yazmıştır. Bu romanda asıl kahraman isimsiz bir kahramandır. Kırk yaşlarında olan bu kahraman kendini dış dünyadan tamamen soyutlamış, insan içine karışmaktan, onlarla münasebetle girmekten her zaman kaçınmış, kendisini bile sevmek istemeyen bir karakterdir. Bu insanlar için de böyledir. İnsanlar da bu isimsiz kahramanı çok sevmezler. Bu durum onu daha çok kendi içine yönlendirir. Zaten yazarın yeraltından kastı insanın iç dünyası ve bilinçaltıdır. Karakter kitap okumayı çok sever. Kitap okumaya kendini adamış, kitapları arkadaş edinmiş, bildiği her şeyin okuduğu kitaplardan öğrendiği bilgilere göre çok da önemsiz olduğunu anlamıştır.
Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Yazar birinci bölümde isimsiz kahramanın iç dünyasını, yeraltını anlatmaktadır. Bu yeraltı dünyasında herkesten farklı olmasının vermiş olduğu kızgınlığı, onlar gibi olamamanın vermiş olduğu umutsuzluğu, sürekli yalnız kalışını ve her şeye olan yabancılığını isyankar bir dille anlatmaktadır. İkinci bölümünde ise daha hayata dahil olmaya çalışan bir kahraman görürüz.
İsimsiz kahraman sürekli kendini ve hayatını sorgulamaktadır. Bu yeraltı dünyasına sığınma sebebi hep dışlanmasıdır. Aslında çok zeki biri olduğu halde arkadaşları tarafından hep dışlanması ya da kahramanın kendisini öyle sanması hep geri planda kalmasına sebep olmuştur. Belli bir zaman sonra yalnızlığı reddedip arkadaşlarının arasına girmek istemiştir. Ancak hiçbiri istediği gibi olmamıştır. Bunun sebebi de arkadaşları gibi olamamasıdır.
Bir gün bir kızla tanışır ve kıza âşık olur. Fakat kıza âşık olduğunu kendine bile itiraf edememiştir.Bir gün kıza adresini yazıp vermiştir. Kızın gelmesini hem çok isteyip hem de kendine güvenemediği için istememiştir. Kız evine geldiğinde ise kendisine yapılanların aynısını o da kıza yapmıştır ve bu ilişki burada bitmiştir.
Bu eser insan olmanın bile bir meziyet olduğunu, bazen bizim sıradan olarak gördüğümüz davranışları herkesin sergilemeyeceği durumlar da olabildiğini anlatmaktadır.
...
Bir Çift Yürek kitabı, Aborjinlerin yaşamlarını konu alan, yerlilerin hayatlarının bizim hayatlarımıza ne kadar uzak olduğunu anlatan, aynı kökten gelmemize rağmen yabancı kalmanızı anlatan bir kitaptır.
Amerikalı bir kadının, Avusturya yerlileri olan Aborjinlerin hayatlarını merak etmesi üzerine bir toplantı düzenleyerek bir arkadaşı onu Aborjinler ile tanıştırır. Bu toplantı onun beklediği gibi değildir elbette. Kadını alıp bir çölün ortasına götürürler. O özenerek hazırlandığı, giydiği şıkır şıkır kıyafetlerini çıkarmalarını söylerler. Kadın Aborjinler ile uzun bir yolculuğa çıkar öyle ki bu yolculuk tam dört ay sürer. Bu yolculuk sanıldığı gibi kolay olmaz. Çölde, çorak topraklarda yalın ayak yürümek zorunda kalan kadın oldukça zorlanır. Başlarda ayakları yara olur, acılara dayanamaz hale gelir. Yerlilerin ayaklarının bu tür yolculuklara nasıl dayandığını merak eder hep.
Bu çetin yolculukta sabrı ve dayanıklılığı sürekli sınanır ama hep Aborjinlerin hoşgörüsü, merhameti onu ayakta tutar. Her gün yeni şeyler öğrenir. Doğa ile iç içe, bitki ve hayvanlar ile dost olarak yaşamayı öğrenir. Onların hayatlarında nefrete, öfkeye, kine yer yoktur. Bu yüzden de kendilerini “Gerçek insanlar” diye adlandırırlar. Kentli kadın, kendi yaşam tarzları ile yerlilerin hayatlarını karşılaştırınca arasında nasıl farklar olduğunu görür ve yerliler bir kez daha hayran olur. Tüm sıkıntılara çözüm bulacak kadar ki bilgileri onu çok şaşırtır. Başlarda ayak uydurmakta çok zorlandığı, her şeyiyle ondan farklı olan insanlara o kadar alışır ki dört ayın sonunda biten yolculuk onu ister istemez bir parça üzer. Yolculuğu bittikten sonra yola ulaşmak için uzun süre yürür ve bu şekilde gitmenin onun için çok da iyi olmayacağını düşünerek tekrar ormana döner ve orada rastlaştığı bir adamdan telefon açmak için para ister. Adam parayı verir. Telefon açar ve kendini almalarını ister. Daha sonra yaşadığı yere döner. Yaşadığı yere de tekrardan alışması zor olur. Hep aklında o dört ay içinde yaşadığı anılar kalır.
Aborjinler den en çok insanlığı öğrenmiştir, insanlık onlar için oldukça önemlidir. Yazar, “Kan ve kemik tüm insanlarda bulunur. Farklı olan yürek ve niyettir.” sözü ile de her şeyi özetler.
...Franz Kafka'nın en bilinen eserlerinden biri olan Dönüşüm isimli kitabı, hemen hemen herkesin okumayı tercih edeceği kitaplar arasında yer alıyor. Franz Kafka'nın bu muhteşem eserinin konusu; kapitalizmin dayatılarına karşı, kendi benliğini çalışmak için kaybetmiş, kapitalizmin kölesi olmuş insanları ve bunun farkında olup bu durumdan rahatsız olan Gregor Samsa isimli baş karakterin hayatını böcek metaforu üzerinden anlatmasıdır.
Olay Gregor Samsa'nın bir sabah gözlerini açtığında böcek olmuş olması ile başlar. Gregor Samsa, kumaş tüccarlığı yaparak anne, baba ve kardeşinin geçimi sağlayan biridir. Gregor Samsa'nın patronu çalışanlarını makine gibi görmektedir. Ayrıca Gregor Samsa babası için de çalışmak zorundadır. Babasının patronuna borcu vardır ve bu borcu bu şekilde ödeyebilirler. Samsa bu içinde bulunduğu durumlardan oldukça sıkılır ve bunalır. Bu durumdan bir kaçış yolu bulması gerekir. İç sıkıntısı ile uyuduğu bir gecenin sabahında kocaman bir böceğe dönüşür. Patronu geç kaldığı için Gregor Samsa'nın evine gider kızgın bir şekilde. Gregor Samsa kapıyı açmak zorunda kalır ve patron görünce kaçar. Samsa'yı gören annesi fenalık geçirir. Babası görür görmez sopayı eline alarak vurmaya başlar. Kız kardeşi ise başlarda çok iyi ilgilenir abisi ile ama sonra o da bu durumdan sıkılır. Samsa'nın çalışamaması aileyi maddi sıkıntılara götürür. Evi kiraya verirler ama bu adamlar da Gregor Samsa'yı görünce aileyi dava edeceklerine dair tehditte bulunurlar. Gregor Samsa babasından aldığı darbeler ile açılan yaralara daha fazla dayanamayıp ölür. Anne, baba ve kız yeni bir hayata doğru yola çıkarlar. Olan yalnızca Gregor Samsa'ya olur.
Gregor Samsa, yaşadığımız hayatta bir şeylerin kölesi olmanın, bundan kurtulmanın nasıl olduğunu bizlere anlatır. Kapitalizm öyle bir şeydir ki insanı köleleştirir ve bu durumdan kurtulmak için tıpkı Gregor Samsa gibi bir böceğe dönüşmesi gerekir. Ancak böyle bir kurtuluşun kimseye yararı olmayacaktır. Çünkü bir kez o batağa düşülmüştür. Hatta öyledir ki herkes seni ölüme terk edecektir, tıpkı Gregor Samsa'yı terk ettikleri gibi…
Gregor Samsa ne olursa olsun içindeki insanlık duygusunu asla kaybetmeden sadece bedenin dönüşmesini, köleleşmesini bizlere bu metaforla anlatmıştır.
...
Hayvan Çiftliği kitabı George Orwell'in çok bilinen kitaplarından biridir. Bu kitabın baş kahramanları hayvanlardır. İnsanlar bu kitapta ikinci planda bırakılmışlardır. Bu kitap reel sosyalizmin bir eleştirisidir. Eleştiri türünün güçlü bir eseridir demek yanlış olmaz. Hayvan Çiftliği adı üstünde bir hayvan çiftliğinde yaşanan olayları anlatmaktadır. Bu olaylar, insanların hayvanları çok çalıştırıp az yemek vermesi ve hayvanların buna dayanamayıp, gizli gizli toplantılar yapıp en sonunda da insanlara karşı isyan etmesi ile başlar.
İsyan ettikten sonra çiftliğin sahibini çiftlikten kovup yönetimi ele geçirirler. Hayvanların amaçladıkları her zaman daha eşit haklara sahip bir yaşam sürmektir.Eşit bir toplum oluşturacaklarına dair birbirlerine söz verirler. Başta kendimiz çalışıp kendimiz yiyeceğiz düşüncesiyle bir süre geçirirler. Başlangıçta her şey gerçekten çok güzeldir. Bu arada hayvanlar içinde en akıllı, en zeki olan domuzlardır. Domuzlar okumayı ve yazmayı diğer hayvanlardan önce öğrenmişlerdir.
Domuzlar zamanla bu zekayı kullanarak bir önder grup oluşturup yönetimde söz sahibi olmak için uğraşırlar. Eşitliği savunan ve sürekli eşit olmak için diğer hayvanları galeyana getiren domuzlar zamanla insanlar gibi olmaya, onlar gibi giyinmeye, onların yataklarında yatıp, hatta iki ayak üstünde yürümeye başlar. Hayvanlara verilen yiyecekler azaltılır, hayvanlar daha çok çalıştırılmaya başlar. İnsanlardan daha çok baskı yapılmaktadır artık. Bu durum hayvanları endişelendirse de artık yapacak bir şey yoktur ve domuzlar diğer hayvanları kandırmanın mutlaka bir yolunu bulurlar.
Kitapta eleştirilenin ise Stalin yönetimi olduğu düşünülmektedir. Kitapta yer alan lider domuz Stalin'i temsil etmektedir. Kitabın tartışmasız en vurucu alıntısı da çok meşhur bir söz olan “ Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir.” sözüdür.
...
Beyoğlu'nun en Güzel Abisi romanı, 2013 yılında yayımlanmış ve Ahmet Ümit’in önemli romanlarından bir tanesidir. Ahmet Ümit'in bu romanıyla tanıyan birçok kişi vardır. Ahmet Ümit çoğu eserinde olduğu gibi bu eserinde de Nevzat Başkomiser karakterine hayat vermiş. Kitabın içeriğine bakacak olursak, olay İstanbul'un en gözde semtlerinden biri olan Beyoğlu Tarlabaşı'nda geçiyor. Bu Tarlabaşı’nın arka, ücra sokaklarından birinden Engin adında bir ceset bulunuyor. Başkomiser Nevzat ve yardımcısı Ali Komiser olay yerine gidiyorlar ve gittikleri olay yerindeki üç sokak çocuğu ilgilerini çekiyor. Bu çocuklardan olayla ilgili bilgi alıyorlar. Nevzat Başkomiser ve ekibi olayla ilgili soruşturmaya başlıyorlar. Cesedin yakınlarını araştırıp onlarla konuşuyorlar. Enginin adlı kişinin iki tane düşmanı ortaya çıkıyor; Kara Nizam ve Barbut İhsan. Bu adamlar birinci dereceden şüphelidirler. Araştırmalar devam ederken Engin'in sevgilisi ortaya çıkıyor. Bu kadının adı Azize. Azize’nin hiç kimsesi yok, tek başına yaşayan biridir. Meyhanede solistlik yapadak geçimini sağlıyor. Azize’nin çalıştığı meyhanede çalışan bir de Sadri adında bir Klarnetçi vardır Azize’ye kol kanat gerip, abilik yapıyor. Bu Sadri denen kişi, Bulgar göçmenidir. Nevzat Başkomiser'in yardımcılarından biri olan Komiser Zeynep de Bulgar göçmenidir. Buradan bir bağlantı yakalarlar.
Bu sırada Engin’in bir başka sevgilisi Jale ortaya çıkar ve onu da sorgularlar fakat ondan bir sonuç çıkmaz. Zeynep Ali’yi ve Nevzat’ı evine yemeğe davet eder. Bu olaylar esnasında Kara Nizam ile Barbut İhsan arasındaki gerilim artmıştır. Kara Nizam’ın karısı Çilem’in Barbut İhsan ile konuşmaya gitmesi, Kara Nizam’ı oldukça öfkelendirmiştir. Sonunda Kara Nizam, Barbut İhsan’ı öldürür. Cinayet yüzünden yemek ertelenmiştir ve bu ertelenen yemek en sonunda gerçekleşir. Yemekte Bulgarlardan bahsederlerken Klarnetçi Sadri’den bahsederler. Zeynep'in babası bu adamı tanır. Eskiden sirkte çalışan bir bıçak ustası olduğunu söyler. Maktul de uzaktan atılan bir bıçakla öldürülmüştü. Katilin kim olduğunu anlarlar. Bunun üzerine apar topar Sadri’nin yanına giderler ve Sadri her şeyi açıklar.
49 bölümden oluşan romanda Gezi parkı ve 6-7 Eylül olaylarına da yer verilmiştir. Nefes kesen ve insanın okudukça okuyası gelen, tahmin gücünün geliştiği bu eser Ahmet Ümit'in akıcı anlatımın ile de mükemmel bir roman olmuştur.
Size son zamanlarda okuduğum bir kitaptan bahsedeyim. Kitabın adı hayvan mezarlığı. Kitap küçük bir kasabaya taşınan bir ailenin hakkında. Kasabaya taşınan ailemiz dört kişilik kız kardeş, erkek kardeş, anne ve babadır. Kasabaya taşınan ailenin birde yalnız başına yaşayan yaşlı bir komşuları vardır. Evlerinin hemen yanında ana yol bulunan bu ailenin komşuları onları uyarmak için gelir ve onlara yoldan çok fazla tırın geçtiğini bu yüzden de çok fazla hayvanın öldüğünü söyler. Yolun hemen yanında ölen hayvanlar için mezar yaptıran kasabalılar ailenin kedilerine dikkat etmelerini söyler.
Bir gün yola çıkan kedi bir tırın altında kalır ve ölür. Ölen kediyi aile hayvan mezarlığına gömer. Kedi küçük kıza ait olduğu için buna çok üzülür. Babası kıza kedisini koruyacağına dair söz verir fakat sözünü tutamadığı için çok üzülür. Bunu gören komşusu ona tehlikeli bir teklif sunar. Hayvan mezarlığının ilerisinde eski bir Kızılderili mezarlığı vardır. İnanışa göre oraya gömülen ölüler gece yarısı tekrar dirilir. Fakat Kızılderililer ölümün bazen yaşamdan daha iyi olduğunu bildikleri için bu mezarlığı terk etmiştirler. Kedinin ölü bedenini bu mezarlığa gömerler. Bir sonraki gün kedi hayata dönmüş olarak eve geri döner fakat çok saldırgandır. Baba olana inanamaz fakat kızın mutluluğu üzerine bu şekilde hayata devam eder.
Fakat bir gün ailenin oğlu yola çıkar ve bir tırın altında kalmaktan babası onu son anda kurtarır. Şoför direksiyonu son anda kırar fakat bu seferde kızı çarpar ve kız orada hayata veda eder. Baba bir gece kızı normal mezarlıktan alarak büyülü mezarlığa gömer. Kız ertesi gün eve geri döner fakat çok saldırgan davranmaya başlar. Kız önce bir gece annesini bıçaklayarak öldürür ve onu aynı mezarlığa gömer ve anne tekrar dirilir. Baba hata yaptığını anlar ve kızını o mezarlıkta öldürmeye çalışır fakat anne babayı öldürür. Baba da aynı şekilde tekrar hayata döner. Kaldıkları evi ve komşularının evini yakarak Küçük çocuklarını da öldürüp aynı mezarlığa gömerler. Bu kitabın aynı zamanda filmini de yapmışlardır. İzlemenizi tavsiye ederim.
...Son zamanlarda okuduğum kitaplar arasında en sevdiğim ve bir solukta bitirdiğim bir kitaptan söz edeceğim. Kitap özel güçleri olan çocukların serüvenlerini anlatıyor. Bu çocuklar önce devlet tarafından yayılan sadece çocukları öldüren bir salgınla ortaya çıkarılıyor. Bu salgın normal çocukları öldürüp bu özel çocukları ortaya çıkarıyor. Tespit edilen çocukların ailelerini kandırıp salgından koruyacağını söyleyen devlet aslında çocukları hapishaneyi andıran kamplara zorla götürüyorlar. Tabi bu çocuklarında özel güçleri aynı olanlar aynı renkle anılıyor. Yeşiller çok zeki, maviler telekineziye sahip, sarılar elektriği, kırmızılar ateşi, turuncular zihin kontrol edebiliyor. Aynı zamanda bu çocukları kamplardan kurtarmaya çalışan özel tarikatlar ve gruplarda var. Ancak bu karşı tarikatlar ve gruplarında bir amaçları var.
Kitabın ana karakteri olan Ruby' de bu tarikatlar tarafından kamptan kaçırılıyor. Kampta doktor olan ve kendini onlardan biri gibi gösteren Cate adında bir kadın tarafından kaçırılıyor. Cate’ in kayıtlı olduğu tarikatın adı ise Çocuk Birliği. Asıl hikaye Ruby’nin kaçırılması ile başlıyor. Cate ve onun sevgilisi tabi birde kaçırılan diğer çocuk Martin ile yola düşüyorlar. Ruby özel gücü sayesinde Cate’ in sevgilisinin elini sıktığında kamptaki diğer çocukları öldürdüğünü görüyor. ve oradan kaçıyor. Kaçarken küçük bir çocuğu görüyor ve onu takip etmeye başlıyor. Ufak çaplı bir kovalamacadan sonra Zu bir arabaya biniyor. Ruby'yide içeri çekiyor. Cate' in sevgilisi de onları arıyor. Gürültüden Liam ve Chubs arabaya biniyor. Ve macera başlıyor. Ruby sonradan arabasına bindiği çocukların işlerine ortak oluyor ve ailelerine götürecek olan kaçak çocuğu bulmaya koyuluyor. Çocuğu bulduklarında çocuğun kaldığı yerinde güvenli olmadığını görüp oradan da kaçıyorlar. Bu size anlattığım bölüm kitabın ilk serisi. Ayrıca kitabın bir filmi de var. Benden bu kadar kitabı okumanızı size öneririm.
...Kırlangıç Çığlığı, Türk Polisiye yazarlarımızdan Ahmet Ümit'e ait, Nevzat Başkomiserli serinin bir kitabıdır. Ahmet Ümit bu eseri 2018 yılında yayımladı. Bu eserinin bana göre diğer eserlerinden çok büyük bir farkı var. O da şu ki; günümüzün kanayan yaralarına parmak basması…
Kırlangıç Çığlığı romanı, oldukça ilgi çekici konusu ile okurlar tarafından da çok sevilmiştir. Kırlangıç Çığlığı romanında yoğun olarak işlenen iki tema vardır. Bu temalar günümüzde sıkça karşılaştığımız can sıkıcı olaylardan esinlenerek oluşturulmuştur. Yazar, günümüzde yaşanan ve yaşanmamasını istediğimiz bu olaylara dikkat çekmiştir. Bunlardan ilki Pedofili diye bilinen bir hastalık olduğu düşünülen “Çocuk İstismarı”, diğeri ise yaşadıkları türlü sıkıntılar yüzünden çocuklarının organlarını satacak kadar çaresiz kalan “Suriyeli göçmenler”.
Romanın ismi bile tam olarak içerik ile birebir örtüşüyor. Bilindiği gibi kırlangıçlar göçmen kuşlardır. Grup halinde göç ederler ve bu göç sırasında bazı kırlangıçlar hava koşullarına dayanamayıp ya da fırtınaya kapılıp ölürler. Ahmet Ümit'te Suriyeli göçmenleri kırlangıçlara benzetmiştir. Tıpkı onlar da kırlangıçlar gibi göç ederken yolda yakınlarını kaybetmişlerdir ve başta bizim ülkemiz olmak üzere gittikleri diğer ülkelerde rahata kavuşsalar bile sevdiklerinin acılarını yaşamışlar, yaslarını tutmuşlardır. İlk başta romanına Kırlangıç Fırtınası ismini vermeyi düşünmüş fakat daha sonra Kırlangıç Çığlığı'nda karar kılmıştır.
İçeriğinde de Suriye göçmenlerin ne gibi sıkıntılar çektiklerini, kötü güçler tarafından nerelerde kullanıldıklarını, geçim sıkıntıları yüzünden zarar görüp, zarar verdiklerini anlatıyor. Bunun yanında diğer ilgi çeken konu ise pedofili. Romandaki cinayetlerin sebepleri hep pedofili vakalarında dayanıyor. Cinayeti işleyen katilin küçükken tacize uğraması sonucu, buna meyilli olan ve çocukları istismar edenleri bulup, olanları bir bir öldürmesini, onlardan intikam almasını anlatıyor.
Çağımızın bu büyük sorunlarını her açıdan ve tarafsız olarak ele alması bize bu konuda yapılması gereken çok şey olduğunu gösteriyor. Pedofilinin neden ve nasıl tedavi edilmesi gerektiği, hakkında bilgiler veriyor. Çoğu konuda olduğu gibi bu konularda da eğitimin önemini vurguluyor.
...Zülfü Livaneli'nin bu kitabı için Yaşar Kemal ‘’büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir'' dediği bir romandır. Zülfü Livaneli siyasetteki yönetime dikkat çeken kitaplarıyla bilinir. Bunları oldukça güzel bir şekilde roman haline getiren yazar Son Ada'da önümüze çıkar. İnsanlık için kalan son bir adayı anlatan Zülfü Livaneli burada yaşananları anlatır. Ayrıca bu son ada yeryüzünün cennetidir.
Ada'da martılarla yaşayan halk iç içe huzur içinde yaşar. Bu huzur çok uzun sürmezken adaya başkan ve korumaları yerleşmek için gelir. Bunun sonrasında olaylar baş gösterir. Başkan ada da kendi kurallarını koymaya çalışır. Bir şekilde ada da yaşayan halk çok mantıklı görmese de bir şekilde ikna edilir. Başkan korumalarıyla gezerken, adaya çoktan yerleşmiştir. Yerleştiği yerde kapı da korumalarıyla hayatını sürdürür. Yanlız bir gece yatak odasındaki terasa gelen martı sonrası felakatler zincirini başlatır. Martılardan bu şeklide rahatsız olan başkan martılar için planlar yürütür. Ne kadar engel olunmaya çalışılsa da martılar için alınan kararlar çok korkunçtur. Martılar çok akıllı ve duygulu hayvanlardır. Bir bakıma aile kavramına da önem veren canlılardır. Kendilerinden birine zarar geldiğin de bu durumu unutmayıp harekete geçerler. Bu ada da öyle olmuştur.
Martılardan rahatsız olan başkan ilk adımını atar. Bu adım sonrası ada martıların saldırısına uğrar. Martılar canları pahasına adadaki evlere saldırır. İnsanlar dışarı çıkamayacak kadar bir felaketin için de bulur kendini. Martılar için alınan kararları destekleyenler belki pişmanlık yaşamıştır. Ancak adanın özel bir çocuğu martıları korumak adına harekete geçer. Bu da başkanın kendi kendine sonunu getirdiği bir an olur. Bu son yüzünden bütün ada güvenlik güçleriyle alınır. Ancak martılar yeniden adaya gelmeye başlar ve onlar için eskisi gibi yaşanacak bir ada olmaya başlar.
...Başarı kimimiz için bir hırs ya da kendini birilerine ispatlamaktır. Ya da insanın kendine ispat etmek istedikleridir. Herkes bu hayata gelirken bir çok şeyi zaten başarmıştır. Yapabileceklerimizi her daim unuturuz, neler başarabileceğimizi göz ardı ederiz. Çocukluktan bu zamana kadar yaşadığımız her deneyim zihnimizi doldurur. Zihnimizi dinlemeyi unuturuz, zihnimiz o kadar doludur ki bir çok şeyi kaçırırız. Kendimiz neysek her şeyi o şekilde görürüz. Başarılı olabilmenin tek sırrı çok çalışmaktır. Başka bir alternatif verilecek olursa bunlar da yapılacak işin tüyolarıdır.
Zihnin kalabalığı dedik, bizi engeller aslında neler başaracağını göremezsin, bakman gereken gibi bakamazsın. Bir işe başladığın da ki heyecanını düşün, acemisin ve elini ayağını nereye koyacağını bilmiyorsun. Düşünsene ilk işe başladığın günü, bir şeyler bilmiyordun ve şimdi uzunca zaman geçmiş işi öğrenmiş ve gözün kapalı yapıyorsun artık. Aslında hayat da böyle değil mi ilk dünya ya geldin konuşmayı bilmiyordun, yürümeyi, doğayı, insanları hiç bir şeyi bilmeden sıfırdan başladın. Zaman ve hayat hepsini sana öğretti. Zihnin deki olumsuzlukları kenara bırakıp neyi başarmak istiyorsan ona yönel, başarmak istediğin her neyse altın tepsiyle eline verilmeyecek. Çalışarak ve emek vererek gidilen hiç bir yol da eli boş dönülmemiştir. Yaptıkça daha iyisini yapabildiğini gördüğünde daha da iyisi için çalışmaya devam edeceksin.
Yine zihinden bahsedecek olursak insan çoğu zaman göremez, motiveye ve harekete geçemiyorsan seni harekete geçirecek videolar izleyebilir ve kitaplar okuyabilirsin. İnsan bazı şeyleri kaçırır bunu duyduğun da ya da okuduğun da hatırlayabilir. ‘’Ben bunu neden düşünemedim'' der. İnsan birden fazla işlerle meşgul olduğun da çok ta başarılı olamıyormuş. Yapmak istediğin iş her neyse sadece onunla ilgilen ve onu büyüt. Tek bir konu üzerinden ilerleyip onu yeşertmek her zaman daha çok başarılı olmayı sağlar. Bir kitap ta okumuştum, Japonya da yeni işe başlayanların yanına zorlanmaması adına tecrübeli biri veriliyormuş. Bunu duyunca çok şaşırmıştım. Yani işe yeni başlayan birinin, zorluk çekmemesi ve daha çabuk ilerlemesine şans veriliyormuş. Bizim böyle bir imkanımız olmasa da bugün teknoloji de gelinen noktayı düşündüğümüzde bilgi parmaklarımızın altın da. Bilgisini ve deneyimlerini paylaşan bir çok sosyal mecra araçlarından faydalanmak muhteşem bir bilgi kaynağıdır. Bunları kendimize nasıl işleyeceğimiz de çok önemli. Benzer işleri yapacağınız kişilere benzememek adına da vazgeçmeyi düşünmek doğru bir fikir değildir. O işi sen yapacaksın, sen bam başka birisin. Her birimiz farklıyız, her birimizin yapacağı işler her birimizden farklı olacaktır. Tabi ki bunu kendi zihnimizi ve kalbimizi ortaya koyduğumuz da.
...Nazım Hikmet'i ait olan bu masal hem içeriği hem de illüstrasyonu ile oldukça ilgi çekici ve güzeldir. Masalın başlangıcında bir derviş vardır. Bu derviş servi ağacının gölgesine oturup kuşağında bir ney çıkarır ve üflemeye başlar. Neyin deliklerinden ağaçlar fırlar, dağlar, dereler, yollar fırlar. Tüm bunlar dağsız, deresi, ağaçsız bir çöle düşer. Derviş bir soluk alıp yeniden üfler neyi ve deliğinden kara sakallı, gaga burunlu, patlak gözlü bir adam fırlar. Bu adam Kara Seyfi'dir. Havada iki takla atar ve dervişin yanına düşer. Kara Seyfi dervişin para kesesini çalar ve kaçmaya başlar. Derviş bir taş alıp fırlatır ama Kara Seyfi lastik top gibi sıçrar ve uçup dünyanın öbür ucundaki ney ülkesinde bir dağın başına düşer. Dağdaki ovadaki koyun sürüleri, yoldaki kervanlar hep onundur. Kara Seyfi isimli bu karakter kötülüğü temsil eder. Aç gözlü, zengin, gözünü hırs bürümüş biridir. Yine dervişin neyini deliklerinden sırma saçları topuklarında, dünya güzeli, ela gözlü, kara uzun kirpikli, yüzü ay parçası gibi, an beş yaşında Masalın baş kahramanı Ayşe düşer. Bu Ayşe'nin çok güzel bir bahçesi vardır. Küçüktür ama çok güzeldir, rengarenk gülleri, laleleri vardır. Kara Seyfi, Ayşe'nin bu küçücük bahçesine göz dikmiştir. Ayşe bahçesini suçlarken Kara Seyfi atıyla gelir ve bahçeyi satın almak istediğini söyler. Ayşe satmak istemez zaten Ayşe'nin bahçesi hariç ülkedeki her şey Kara Seyfi'nindir. Tam bu sırada Kara Seyfi'nin atının ayağını bir tavşan ısırır. At debelenir ve Kara Seyfi oldupu gibi yere yuvarlanır. Birden Ayşe'nin bahçesinden bir kuş havalandı ve Seyfi'nin kafasına pisler.
Derviş neyini yine üfler ve bir bulut fırlar ney ülkesine. Bulut, Kara Seyfi'nin atının ayağını dişleyen tavşanın bıyıklarını temizlediğini görünce kahkaha atar, bu durum da tavşanın hoşuna gidee ve bunlar arkadaş olurlar. Bulut Ayşe'nin bahçesinin üstüne gider ve Ayşe'yi görünce aşık olur. Ayşe de buluta bir öpücük yollar. O günden sonra bulut Ayşe'nin yanından ayrılmaz. Ayşe bahçede çalışıp terlese hemen gelir gölge olur. Bu sırada Kara Seyfi Ayşe'nin bahçesine sahip olmak için onunla evlenmek ister ama Ayşe istemez. Ayşe bahçede çıkan bir devedikenini söküp atınca devedikeni Ayşe'ye düşman olur ve Seyfi ile birlikte 40 gün yolculuk yaparlar. Kuraklık ülkesinden çuvallarla kum, Rüzgar ülkesinden küplerle rüzgar getirirler Ayşe'nin bahçesine. Ayşe'nin bahçesi kumu dökünce kurumaya başlar. Bulut yağmur olup yağar ve bahçeyi kurtarmak ister ama Kara Seyfi rüzgarları sakınca bulut parçalanır. Parçalanan bulutu gören güvercin gagasıyla bulutu birleştirmeye çalışır. Kara Seyfi devedikenini buluta fırlatır. Güvercin gagasıyla parçalar devedikenini. Rüzgar uzaklaşınca bulut ağlamaya başlar, çiçekler can bulur, nefes alır. Ancak bukutta can kalmaz. Rüzgar Seyfi'den intikam alır onu yere fırlatır. Herkes mutludur ama bir tek Ayşe üzgündür. Çünkü bulut kendisi için canını feda etmiştir. Ayşe ağlamaya başlar o sırada tavşan, üzülmemesini iyilerin hiçbir zaman kaybolmayacağını ve havuza bakmasını söyler. Ayşe bakınca ne görsün? Biraz önce yağan yağmurla su dolan havuzun üstünden mavi bir buğu yükseliyor. Bulut belirtmeye başlıyor. Ayşe sevincinden kocaman gülümser. İyilik eden iyilik, kötülük eden kötülük bulur.
...Onca Yoksulluk Varken adlı kitap Emile Ajar takma adıyla anılan Romain Gary'e aittir. Çocuk edebiyatı ürünlerinden biri olan bu kitap Momo isimli bir çocuğun hayatını anlatır. Momo doğum tarihi atılmayacak kadar değersiz olarak gözlerini dünyaya açar. Kitabın başlarında Momo 7-8 yaşlarında bir çocuktur. Momo bir hayat kadınının çocuğudur. Bu kitapta anlatılan sadece Momo ve Madam Rosa'nın hayatı değil, göçmen kahramanların teker teker hayatları da anlatılır. Romandaki bütün kahramanlar yoksuldur, kahramanların hepsi yalnızlık çekmektedirler fakat birbirlerine sevgi ile bağlıdırlar. Madam Rosa 68 yaşında her türlü hastalığı olan eski bir hayat kadınıdır.
Rosa yaşlılık günlerinin acılarını korkularını eve aldığı çocuklara verdiği sevgi ile gidermektedir. Bunun karşılığında para alır ama para bir süre sonra kesilir, sadece sevgi ile o çocukları büyütür. Momo annesiz babasız yalnız bir çocuktur. Bu yalnızlığı Madame Rosa'ya olan ilgisi şefkati sevgisi ile giderir. Romanda her komik öge aynı zamanda içinde dram barındırır. Madam Rosa birçok çocuğa bakar. Bu çocuklardan birisi de Momo'dur. Momo'nun babası hapise gireceği için onu Madame Rosa'ya verirken Arap kültürüne göre yetiştirmesini istemiştir. Madam Rosa da tıpkı böyle yapmıştır. Momo kitabın bir sayfasında "Arap olduğumu bile bilmiyordum." der çünkü çocuklara arasında ırkçılık ayrımı asla yapılmamıştır. Bu evde sadece sevgi ve şefkat vardır. Madam Rosa'nın büyüttüğü çocuklar birer birer giderler ancak Momo kalır yanında. Madam Rosa ilerde kendisine bakacak olan kişinin Momo olduğunu söyler hep. Aralarında anne-çocuk ilişkisi vardır. Kitapta başka bir karakter olan travesti eski boksör olan siyahi bir kadın olan M. Lola, fahişelik yaptığı halde komşularına havyar, şampanya alacak kadar gönlü bol bir insandır. Momo'nun babası hapisten çıkar ve Momo'yu almaya gelir. Momo artık 14 yaşında kocaman bir genç olmuştur.
Kitabın ana teması ne kadar yoksul ve geçmişinde kötü bir meslek yapılmış olunursa olunsun gönüller hep sevgi doludur. Yazarın baştan beri aktarmak istediği şey hep hoşgörü olmuştur.
...